Bütün siyasal sistemlerin dayandığı bir ekonomik model vardır. Bu siyasal sistemlerin en temel ayrışma noktası, ekonomi yönetiminin nasıl olacağına dairdir. İki büyük ideolojiden (Marksizm ve liberalizm) beslenerek ortaya çıkan geleneksel sosyal demokrasinin ekonomik modeli, genel olarak Keynesçi iktisada dayansa da, bugün geldiğimiz yerde insan merkezli kalkınma etiğine dayanan yeni bir sosyal demokrasi ekonomi modeline de ihtiyaç duyduğumuz açıktır. Bu nedenle, artık sosyal demokrasinin ekonomi politikaları da salt Keynes’in “gerekirse çukur kazsınlar” türü durgunlukları aşmayı önceleyen önermelerinden ibaret olamaz. Sosyal demokrasi, yerleşik iktisadın merkezinde bulunmayan ve daha çok sola özgü olan “vicdan”a dayalı müdahaleleri, politikalarının olmazsa olmazı olarak benimsemekte, temel dayanaklarından biri olarak görmektedir. Bu nedenle dünyaya kurumsallaşmış dayanışma mekanizmalarını armağan etmek de, tüm dışlanmış gruplara (kimi zaman oy kaybettirecek bile olsa) destek olmak da sosyal demokrasi tarafından görev kabul edilerek üstenilmiştir.
Ülkemizde de sosyal demokrasiyi savunanlar aynı yükümlülüğü taşımaktadır. Bu yüzden, her konuya hak temelli yaklaşıp, vicdanı dışarıda bırakmayan karar süreçleri oluşturmalıdır. Örneğin; insanların dili, dini, etnik aidiyeti, teninin rengi farklı olsa da bizim için bu farklılıklar sağ siyasetten ayrı olarak ancak bir zenginlik olarak kabul edilmektedir. Üstelik bizim için bu farklılıklar, üstten bir dille “hoş gördüğümüz” değil tam da yaşamasını savunduğumuz farklılıklardır. Yine sağ siyaset için tüm ayrımlar bu gruplara yaklaşımlarını farklılaştırabilir. Bunun çok sayıda örneği siyasal tarihte mevcuttur. Ama sosyal demokrasi için böyle olmamıştır. Çünkü bizde temel ayrışma sınıf ve özgürlükler üzerinedir.
Türkiye’nin bugününe baktığımızda her ne kadar ideolojik veya parti/lider destekleme üzerinden ayrışma öne çıksa da, bana göre geldiğimiz yer itibarıyla esas ayrışma yoksullar ve diğerleri üzerindendir. Yine konuya sosyal demokrasi üzerinden bakacak olursak oy verdiği parti, etnik aidiyeti, dili, dini ne olursa olsun bizim için yoksul sadece yoksuldur. İnançlı bir yoksulun içinde bulunduğu yoksulluk ile inançsız bir yoksulun içinde bulunduğu yoksulluğu eş değerde sorun olarak görmek ise sosyal demokrasinin doğasındandır.
Takvim itibarıyla artık Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz. Bildiğiniz üzere Ramazan ayına toplumumuzun büyük kısmı özel önem vermekte. Gündelik yaşamdan tutun ekonomik faaliyetlere kadar Ramazan ayının kattığı farklılıklar mevcut. Bu farklılıklardan en çok öne çıkanlardan biri de iftar sofraları. Anadolu’nun her karışında milyonlarca aile iftar sofraları kurmakta hatta bu sofralarda yakın çevresiyle ve ihtiyaç sahipleri ile ekmeğini bölüşmekte.
Bugünlerde her şeyde olduğu gibi ekmeği bölüşmek de eskisi gibi kolay olmayacak. Toplum, bu Ramazan ayına hiç olmadığı kadar yoksullaşarak girdi. İçinde büyüyen dayanışma duygusu kadar sofrasındaki ekmek büyümüyor. Aksine küçülüyor. İçinde bulunduğumuz an itibarıyla ekonomik krizin iftar sofralarına etkisini anlamaya çalıştık. Bunun için bu hafta yaptığımız araştırmaya belirli sorular ekledik. Gelin birlikte sonuçlarını inceleyelim;
Öncelikle hanelerin ne kadarında iftar sofrası kurulduğunu anlamaya çalıştık. Bunun için “evinizde Ramazan ayında iftar sofrası kuruluyor mu?” diye sorduk. Yanıtları aşağıdaki gibi.
Gördüğünüz üzere iftar sofrası kurmak tüm partilerin tabanında yaygın bir kültür. Devamında bu yıl kurulacak iftar sofralarında geçen yıla göre bir zorlanma halinin olup olmadığını ve varsa da boyutunu anlamaya çalıştık. Bunun için de “Geçen seneki iftar sofrasını bu sene ekonomik olarak ne kadar rahat hazırlarsınız?” diye sorduk. Gelen yanıtlara baktığımızda tablonun düşündüğümüzden de vahim olduğunu görüyoruz. Birlikte inceleyelim.
İftar sofrası kuranların sadece yüzde 15,4’ü zorlanmadan aynı sofrayı kurabileceğini düşünmekte. Şimdi gelin bu zorluğun nedenini resmi rakamlardan da faydalanarak birlikte inceleyelim. Öncelikle araştırmada yurttaşların iftar sofralarında neleri bulundurduğunu ölçtük. İftar sofralarında öne çıkan gıdalar aşağıdaki gibi.
Yukarıdaki kelime bulutunda bulunan her kelime söyleniş sıklığına göre daha büyük veya daha küçük yer almaktadır. Birçok tüketim kalemleri içinde en çok öne çıkanların çorba, hurma, ekmek, pide, zeytin, yoğurt gibi gıda ürünleri olduğunu anlamaktayız. Söylenme sıklığı düşük olan ürünlere kelime bulutunda görselliği bozmamak adına yer verilmemiştir. Şimdi bir de iftar sofralarında bulunan bu gıdaların fiyatlarındaki değişimi TÜİK verileri üzerinden inceleyelim.
Gördüğünüz üzere bu yıl geçen yıla göre iftar sofraları çok daha pahalıya kurulacak. Toplum, sofrada bulunan ürünlerden zeytini yüzde 42, yoğurdu yüzde 51, tavuk etini yüzde 78, makarnayı %89 ve patatesi yüzde 152 daha pahalıya almak zorunda kalacak. Özetle inancının gereğini yerine getirmekte zorlanacak.
Vatandaşın durumu böyleyken Erdoğan’dan bu hafta ne yememiz gerektiğine dair bir tavsiye geldi. Başta sosyal medyada olmak üzere kamuoyu yapıcı birçok kişi tavsiye edilen karışımın maliyeti üzerinden itirazlarını paylaştı. Biz de konuya vatandaşın bakışını anlamak istedik ve o açıklamanın videosunu izlettik.
Açıklamayı izlettikten sonra “Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamasını ne derece beğendiniz?” diye sorduk. Yanıtlar aşağıdaki gibi.
Açıklamayı beğendiğini ifade edenlerin oranı MHP tabanında bile azınlıkta. Patatesi geçen yıla göre yüzde 152 daha pahalıya alan bir topluma manda yoğurdu, medine hurması ve kestane balı üzerinden verilen tavsiyelerin herhangi bir karşılık bulmadığını da bir kez daha teyit etmiş oluyoruz.
İktidarın gerçeklikten kopuk politikaları her geçen gün daha fazla yoksullaşmayı yaratıyor. Ülkede nitelikli meslek mensupları bile yoksulluk sınırının altında ücretlere çalışmak zorunda kalıyor. Tüm bu olumsuzluklara karşı iktidar ve küçük ortağı cephesinde daha fazla bağırarak yapılan hamaset konuşmaları dışında bir tutum gelişmiyor. Giderek aşırılaşan bu sağ iktidar topluma daha fazla maliyet ödetiyor. Görünen o ki toplum da onlara bir siyasal maliyet çıkarıyor. Bu haftaki araştırmamızın sonuçlarına göre partilerin oy dağılımı toplumun ödediği maliyeti nasıl yansıttığını bir kez daha gösteriyor.
Gördüğünüz üzere iktidarın her hafta dozunu artırdığı aşırılaşma ona bir şey katmadığı gibi ondan götürüyor. Buradan yola çıkarak aşırıya karşı makul olanı inat ve ısrarla savunmamız gerektiğini bir kez daha belirtmek istiyorum. Bize düşen onların ayrıştırmasına karşı daha fazla birleştirmek. Bize düşen hangi partiye oy verdiğine bakmaksızın yoksulun iftar sofrasındaki ekmeğine dair güçlü bir mücadele vermek. Çünkü sosyal demokrasinin insana odaklanan kalkınma anlayışı bize bunun böyle olması gerektiğini söylüyor.
(Cumhuriyet)