İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Açıklamasında İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümüne değinen Dervişoğlu, “Bu olay herhangi bir Avrupa ülkesinde yaşansaydı hiç şüphe yok ki, olduğu gibi kabullenilir spekülasyonların konusu olmazdı” dedi. Dervişoğlu, ‘Ayhan Bora Kaplan’ soruşturmasında yaşananlar için “Hiçbir şey olmasa bile belli ki bir şeyler oluyor” ifadesini kullandı.
İRAN CUMHURBAŞKANI REİSİ’NİN ÖLÜMÜ
Dervişoğlu, konuşmasına helikopter kazasında hayatını kaybeden İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve beraberindeki heyete rahmet dileyerek başladı. “Bu olay herhangi bir Avrupa ülkesinde yaşansaydı hiç şüphe yok ki olduğu gibi kabullenilir, spekülasyonların konusu olmazdı” diyen Dervişoğlu, “Ama takdir edersiniz ki yaşadığımız coğrafyanın jeopolitiğinden kaynaklı riskler ve emperyalist güçlerin bölgemizde sahneye koymak istediği oyunların çeşitliliği münasebetiyle rivayetler pek tabiidir ki muhtelif olacaktır. Türlü türlü senaryolar anlatılacak, suikast veya saldırı ihtimalinden bahsedilecek, bölge devletlerinin stratejileriyle ilişkilendirilecek, İran’ın iç dengeleri bahse konu edilecek, emperyal güçlerin plan ve hesapları tartışılacak, tamamı kabul ya da reddedilemeyen komplo teorileri üretilecektir. İşin ilginç yanı ortaya atılan bu iddialar, geliştirilen teoriler bölgemize yakışacak ve yabancı düşmeyecektir” ifadelerini kullandı.
“TÜRKİYE ASLA PİYON OLMAYACAK”
Dervişoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu bereketli coğrafya asırlardır büyük oyunların oynandığı ve üzerinde yaşayan milletlerin bir türlü huzur bulamadığı bir satranç tahtasına dönüştürülmüştür. Emperyalist devletlerin kıymetli taş vatanlarını kader belleyenlerin ise piyon sayılacağı bir büyük oyun planlanmıştır. Ancak yaşanan her olay göstermiştir ki bölgenin yegane sigortası büyük Türk milleti ve onun kurduğu Büyük Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye kendi güvenliği ve bekası münasebetiyle ilgi alanına giren coğrafya üzerindeki tüm gelişmelere özenle yaklaşmalı, sorunları toptancı bir tarih şuuruyla kavramalı, kendisine yakışan bir devlet aklıyla hareket etmelidir. Üzerimizde gözü olanların, bu topraklarda güçlü bir Türkiye’ye tahammül gösteremeyeceklerini biliyoruz. Ancak, onlar ne yaparlarsa yapsınlar ve hangi melun planları devreye sokarlarsa soksunlar; Türk milleti tarihin kendisine yüklediği misyona sırtını dönmeyecek, şah olması icap eden coğrafyada piyon olmaya asla rıza göstermeyecektir. Aksi hayaller kuranlara tavsiyem, tarihimizin altın sayfalarını gözden geçirmeleridir.”
Dervişoğlu’nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“105 yıl sonra içinde bulunduğumuz şartların 1919 şartlarına ne kadar benzer olduğunu, nasıl bir çaresizlik içinde olduğumuzu bir kere daha sıralamayacağım; bunun hamasetine de yaslanmayacağım. Buradan milletimizin kırık kalbine, incinen gururuna, çiğnenen onuruna, zedelenen ruhuna bir vesvese daha vermeyeceğim. Bizler ‘İYİ’ ve cesur insanlar; çarşıdan, pazardan, hastaneden, mahkemeden, okuldan, karakoldan habersiz, şuursuz ve duyarsızlardan, yani milleti maraba sayanlardan değiliz. Çocukluğunda bağdaş kurup oturduğu yer sofralarını, yere düşen ekmeği öpüp alnına koymayı, yatarken dua ettiği Yaradan’a sadece kendisi için değil; vatanı ve milleti için de kalpten dua edenlerdeniz. Bizler bu toprakların değerlerine yabancılaşmış aymaz atanmışlardan hiç değiliz. Bugün burada 105 yıl sonra tekrarlanması ve hatırlanması gereken şey; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm sorunları çözmek için ortaya koyduğu milli hakimiyete dayanan kayıtsız şartsız müstakil bir Türk devleti tesis etme ülküsüdür. Aslına bakarsanız parlamenter sistemdeki ısrarımız Mustafa Kemal Atatürk’ün ısrarıdır. Milli devletteki inadımız da yine Mustafa Kemal’in inadıdır. İşte biz o yüzden ‘milli hakimiyet’ diyoruz, ‘milli Meclis’ diyoruz, ‘milli devlet’ diyoruz!
“İKTİDAR AYNADA GÖRDÜĞÜ SURETİNE ‘TERÖRİST’ DİYOR”
105 yıl sonra geldiğimiz noktada vatan da beka da görüyoruz ki artık adalettir. Adalet sistemini, adalet duygumuzla; hak ve hürriyetlerimizi hakkaniyet duygusuyla, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımızı o kimliğe sahip olmanın verdiği gurur ve mutlulukla birlikte adım adım erozyona uğrattıktan sonra bu tek adam sistemini getirip milletimize dayattılar. İşte bu sistemdir adaleti mülkün temeli olmaktan çıkaran… İşte bu sistemdir devleti milletten koparıp mülk sahiplerinin malı yapan… Ve biz o günden beridir her işte adaletten yoksunuz, hakkaniyetten yoksunuz, hukuktan yoksunuz, can mal ve namus güvenliğinden yoksunuz. Tanzimat’tan bugüne 150 yıllık medeniyet kavgamızdan geri düşmek bu iktidara nasip olmuştur. ‘Dilde, fikirde ve işte birlik’ diyen bizler için hukukta birlik olmak da amaçtır. Bugün hiçbir yargı kararı yoktur ki bir haksızlığı giderebilsin, birinin yüreğine su serpebilsin… Artık iş öyle bir yere geldi ki bu kara düzenden kendileri bile şikayet ediyorlar… Olanlara darbe diyor ya da operasyon diye tanımlıyorlar. İktidar adeta kendini yemeye çalışan bir yılan misali kendi kuyruğuyla savaşıyor. Kendi geçmişini unutan bir meczup gibi aynada gördüğü suretine terörist diyor, albümde gördüğü fotoğraflarına ise darbeci diyor, FETÖ’cü diyor.
Vesayet vesvesesine sığınarak millete operasyon çekiyor. Unutmadık elbet! Her darbe bir vesayet kattı hayatımıza. 60’ta, 70’te, 80’de ve 28 Şubat’ta… Sonra ne oldu? 2005 yılında vesayetten doğanlar, FETÖ vesayetini armağan ettiler Türkiye’ye. Çıkarları çatışınca, 17/25 Aralık’tan sonra; FETÖ ile sözde mücadele edenlerin vesayeti başladı. 15 Temmuz’da hain darbe girişimi sonrası ise olağanüstü hal vesayetiyle tanıştık. Son olarak, 24 Haziran 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yarattığı tek adam vesayeti çöktü tüm kasvetiyle üzerimize…
Daha kötüsü ise her vesayet döneminin muktedirlerine göre karar veren Türk Yargısı’nın durumu idi. Oysa ki milletimizin vesayetçilere karşı sığınabileceği tek liman kararlarını “Yüce Türk Milleti Adına” veren Türk yargısı olmalıydı…
“HİÇBİR ŞEY OLMASA BİLE BELLİ Kİ BİR ŞEYLER OLUYOR”
Mahkemelere, yargıya, adalete artık kim güvenebiliyor ki? Kendisine yapılan haksızlığa karşı, güvenle ve inançla “Ankara’da hakimler var diyerek” kim kendi kendini teskin edebiliyor? Hangimiz karakoldan aranınca, adliyeden tebligat gelince, gönül rahatlığıyla yaptığından ve yapmadığından emin olarak oralara gidebiliyor ki?
Çok yakın zamandan bir örnek olarak Ankara Organize Suçlar Müdürü, savcılığa gidip ifade vermek istiyor. Savcı, ifade vermeye gelene gözaltı kararı çıkartıyor. Emniyete güvenmeyip, jandarmaya aldırıyor. Jandarma alıp İstihbarat Teşkilatı’na götürüyor. İl Emniyet Müdür Yardımcısı ve beraberindekiler tutuklanıyor hiçbir şey olmasa bile belli ki bir şeyler oluyor.
6-7-8 Ekim’de; 2 polisimizin şehit olduğu, 35 vatandaşımız hayatını kaybettiği, 326’sı güvenlik güçlerimiz olmak üzere 761 kişinin yaralandığı; 197 okul, 269 kamu binasının tahrip edildiği, 1731 ev ve işyerinin yağmalandığı,1230 aracın zarar gördüğü olaylar 2014’te yaşandı ama iddianamesi 6 yıl sonra yazıldı. Davası ise 7 yıl sonra açıldı. Gecikmenin sebebi ayrıntıda gizlidir!
Açılım sürecinin tarafları hatırlatılmasını pek sevmezler ama ben kararlıyım ve unutturmayacağım. O ağalar Dolmabahçe’de 6-7-8 Ekim’den 4 ay sonra 28 Şubat 2015’te buluşup sonrasında da barış bildirisi okudular. Mahkemenin gerekçeli kararını bekliyoruz. Ülkemizi ateşe çevirmek isteyenlere verilen cezaları da ayrıca değerlendireceğiz. Ama onlarla Dolmabahçe’de pazarlık edenleri de asla unutmayacağız, unutturmayacağız!
“İYİ PARTİ, TÜRKİYE’NİN ERKEN UYARI SİSTEMİDİR”
Bir yandan mafya operasyonları derken, bir yandan 6-7-8 Ekim Davası eş zamanlı sonuçlandı. Bir yandan Gezi Davaları derken, bir yandan 28 Şubat afları gerçekleşti. Birileri takke alırken, birilerinin külah verdiği bu simsar sahnesinde hikaye hep üstünlerin hukukunu anlatır. Yönetmense hep muktedirlerin koltuğundadır. Bu hikayede ‘Laiklik elden gidiyor’ diye laik tarumar edilir. Sorunları çözeceğiz diye milletin birliği çözülebilir. ‘Yeter’ artık diyenlerin sözü ‘Yetmez ama evet’ manşetiyle görülebilir. Ama hakkı istiklal olan bu millete hiçbir zaman o hak reva görülmez. Başka bir sorumlu aramaya gerek yok; yeni bir şey lazımsa, Türkiye’de eğer değişecek bir şey varsa o da bu hilkat garibesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ta kendisidir. Bu yüzden kurulduğumuz günden beri önerilerimizi ortaya koyduk. Yıllardır yalnızca hastalığı teşhis etmiyor; gereken reçeteyi de söylüyoruz, tedaviyi de söylüyoruz. Karşı karşıya kaldığımız tüm sorunlarla ilgili olarak ilgilileri zamanında uyardık. Yapmayın etmeyin dedik. Attıkları yanlış adımların nelere sebep olacağını da ayrıntılarıyla birlikte milletimizle paylaştık Ve her zaman haklı çıktık. Bu yönüyle bakıldığında İYİ Parti bu ülkenin erken uyarı sistemidir. Gelin yeni maceralar peşinde koşulacağına; ülkenin gerçeklerini konuşalım, erkleri birbirine karıştıran, ülkeyi tek adamın hırslarına ve heveslerine terk eden bu ucube sistemden kurtulmanın yollarını arayalım.
“ADALET TERAZİSİNİ HURDA DEMİR FİYATIYLA GÖRENLER…”
Önce yumuşama ve normalleşme, sonra içeriği belli olmayan “Yeni Anayasa”, daha sonra da etki ajanı tartışmaları ve ekonomik felaketleri konuşulmaz kılma tiyatroları… Adalet terazisini hurda demir fiyatıyla görenler, Türk milletine pul kadar bile değer biçmiyor. Toplumun her kesimi gibi emekliler iktidarın zulüm sopasından payını düşeni fazlasıyla alıyor. Herkesi emekli ederken, ekmeğe muhtaç etmekten hicap duymuyorlar ama kendileri ne emekliliği ne de emeklinin yaşadıklarını elbette düşünmüyorlar. Ülkemizde şu anda yaklaşık 16 milyon emekli vatandaşımız vardır. Çaresizliğinden milyonlarca emeklinin en düşün emekli maaşını ancak 10 bin lira yapabildiniz.
“EMEKLİ MAAŞINI ASGARİ ÜCRETİN ÜSTÜNE ÇIKARIN”
Bugün milyonlarca emekli vatandaşımızın asgari ücretin altında emekli maaşı almasının tek sebebi, AKP iktidarının 2008 yılında yapmış olduğu düzenlemelerdir. Güncelleme katsayısını yüzde 100’den yüzde 30’a düşürdüler. Aylık bağlama oranını yüzde 75’lerden yüzde 50’ye çektiler. Sonuç ise 2003 Ocak’ında en düşük emekli maaşı asgari ücretten yarı yarıya fazla iken, bugün en düşük emekli maaşı asgari asgari ücretin altındadır. Emekli vatandaşlarımızın dertlerini bir nebze olsun çözecekseniz saçma sapan vaatler yerine en düşük emekli maaşını 21 sene önceki haline getirin ve asgari ücretin üstüne çıkarın.
“TAYYİP ERDOĞAN TÜRKİYE’Sİ; GAZETELERDE KOSKOCA BİR ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERİ”
Sanılmasın ki sadece organize suç var… Sanılmasın ki sadece mafya-devlet ilişkisi var… Dillerine pelesenk ettikleri Türkiye Yüzyılı’nda market kuyrukları Sovyetler Birliği, sokaklar Orta Doğu, yollar Latin Amerika haline geldi. İşte Tayyip Türkiyesi… Tayyip Erdoğan Türkiye’si gazetelerde koskoca bir üçüncü sayfa haberinden ibaret kaldı. Sınır güvenliği ile ilgisi olmayan iktidarın sokak güvenliği ile de ilgisi yok.
“BÜYÜKŞEHİRLERDE SUÇ GETTOLARI OLUŞTU”
Artık büyükşehirlerin bazı yerlerinde suç gettoları oluşmuş haldedir. Can, mal, ırz namus güvenliği kalmamış haldedir. Örneğin bir zamanlar, 7/24 sokak güvenliği için İçişleri Bakanlığı bünyesine alınan “bekçiler” nerededir? Alınan bekçiler görev sahalarında görevli oldukları saatlerde gerçekten dolaşmakta mıdır? Emniyetimizin diğer birimleriyle iş birliği sağlamakta mıdır?
Yargıda reform nidaları atanlar! Güvenlik birimlerimize yardımcı olmanızın bir yolu da infaz düzenlemelerini gözden geçirmektir! Katili, caniyi, gözü dönmüş, ıslah olmamışları sokaklara salmamaktır! Sokakları ölünebilir değil, yürünebilir yapmaktır. Bu memleket, siyasileşmiş cemaatlerin, mafyalaşmış siyasetçilerin ve siyasallaşmış mafyaların devlet içindeki güç mücadelesinden bıkmıştır. Bu millet artık, iktidarın zaaflarından beslenen karanlık güç odaklarından yorulmuştur.
“BÜROKRASİ VE YARGI CEMAATLERİN OYUN SAHASI HALİNE GELDİYSE TEK SORUMLUSU AKP’DİR”
Bugün Türkiye’de bürokrasi ve yargı, şayet devlet içinde yapılanmış ve siyasallaşmış cemaatlerin oyun sahası haline gelmişse ve suç örgütlerinin hakimiyet ve hesaplaşma alanına dönüştüyse bunun bir tek sorumlusu vardır. O da iş bilmez Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıdır.
Milletimiz emin ve müsterih olsun. Bu düzen böyle gitmeyecek, bu devran böyle sürmeyecektir. İktidarın bütün yanlışlarını, bir bir yüzlerine çarpacak iyiler ordusu var. Milletimizin yanında durmaya ve onun hakkını sonuna kadar savunmaya kararlıyız.
“GIDA ENFLASYONU İLE GIDA TERÖRÜ EL ELE GİDİYOR”
Sokaklarında güven olmayan ülkemizin maalesef gıdalarında da güvenlik yok. Karın tokluğuna çalışan vatandaşımız kazandığını bir tas çorba için harcarken yediğini, içtiğini denetleyen yok! Ve biz bunları ancak gümrük kapılarından dönen ürünlerden biliyoruz. Gümrük kapılarından dönen zehirli gıdaları bize yedirdiklerini ise tesadüfen öğreniyoruz. Yani, gıda enflasyonu ile gıda terörü el ele gidiyor…
“BÖYLE BİR TÜRKİYE’DE ‘ÜÇ ÇOCUK’ DİYECEKSENİZ…”
Hani, doğum istatistiklerine bakıp, “Varoluşsal tehdittir, felakettir” diyor ya Sayın Erdoğan… Böyle bir Türkiye’de, “dünyaya üç çocuk getirin” diyecekseniz, önce siz üç işi yapacaksınız!
Birincisi: Gıda enflasyonunu düşüreceksiniz.
İkincisi: Sokaklarda asayişi sağlayacaksınız.
Üçüncüsü: Türk gençliğinin refahını artıracaksınız.
“ÇİFTÇİLERİ TERÖRİST İLAN ETMİŞLERDİ… NE OLDU?”
Gelecekten umudu kestiği için gençler vize kuyruklarında… Çeteler elini kolunu salladığı için sokaklar güvensiz, canlar değersiz. Tarım katledildiği için de gıda pahalı… Sen tarımda ithalat lobilerine boyun eğme, bak bakalım gıda ucuzluyor mu, ucuzlamıyor mu? Geçen hafta Dünya Çiftçiler Günü’nü kutladığımız köylümüzü, çiftçimizi korumak istiyorsak, depolama faaliyetlerini desteklemeli, soğuk depo ve soğuk zincirden çiftçimizin daha fazla faydalanmalarını sağlamalıyız. Yakın bir zamanda yıllardır soğan ve patatesi mağaralarda depolayan çiftçiler, adeta terörist ilan edilmiş, enflasyonun baş sorumlusu gösterilmişlerdi. Ne oldu peki? Patates soğan ucuzladı mı? Enflasyon düştü mü? Yiğidin muhtaçlığı bitti mi? Millet koyunu çitlerden atlarken artık gece rüyasında bile göremezken, Sayın Erdoğan, tarım ve hayvancılıkta çağ atlamaktan bahsediyor. İYİ Parti olarak 3 yıldır tarım ürünlerinin depolanmasında bu işle ilgisi olmayan kişiler yüzünden hem fiyatların kontrolsüzce dalgalandığını hem de depolamanın sağlıksız yapıldığını söylüyoruz. Yani hem pahalı gıda hem zehirli gıda yiyoruz. Tarım ürünlerini bir borsa yatırım aracı gibi görenler yüzünden memleketteki buğdaydan habersiz, buğday ithal eden bir TMO olduğunu söylüyoruz.
“ENFLASYONUN TEK SEBEBİ SİZİN AKIL DIŞI POLİTİKALARINIZDIR”
Enflasyonun sebebini esnafta, üreticide ya da halk arasında aramayın. Hayat pahalılığının, yoksulluğun tek sebebi izlediğiniz yanlış ve akıl dışı politikalardır. Eğer bugün birileri haksız kazanç elde ediyorsa, sebebi izlediğiniz yanlış politikalardır. Bugün Türkiye, dolara en yüksek faizi veren ülke ise sebebi izlediğiniz yanlış politikalardır. Merkez Bankası, iftiharla sunduğunuz tasarruf tedbirlerinin 8 katı kadar, yani 818 milyar zarar ediyorsa, ve bunu da sadece 2023 yılında yapmışsa sebebi izlediğiniz yanlış politikalardır.
Eğer başarılı bir istikrar programı izleyeceksiniz en başta tarımda reform yapacaksınız. Ürün zincirlerinde oluşan simsar yapılanmayı kıracaksınız. Barınma ve gıda krizini çözmek için yeni bir kentleşme modeli ile köy ve kent dengesini yeniden sağlayacaksınız! Yeni ve nitelikli istihdam, yerli istihdam sağlayacaksınız! Kayıt dışını azaltacaksınız! Asgari ücret döngüsünü kıracaksınız! Aksi halde ne diplomalı yoksullarımız ne de bastonlu yoksullarımızın kaderi değişmez… Aksi halde kimsenin karnı doymaz, gençlerimiz aile kuramaz!
“GÜVENLİĞİ KALMAYAN ÜLKEDE AİLE DE OLMAZ NÜFUS DA”
Sayın Erdoğan nüfus diyor, nüfus artış hızımızdan yakınıyor. Aileden ve ailenin kutsallığından bahsediyor. Elhak doğrudur. Ben size söyleyeyim Sayın Erdoğan; sınır güvenliği olmayan bir ülkede, can ve mal güvenliği kalmamış, sokak güvenliği kalmamış, iş güvenliği kalmamış, sosyal güvenliği kalmamış, Milli Eğitimi kalmamış, barınacak ev kalmamış bir memlekette aile de olmaz nüfus da olmaz onun güvenliği de olmaz!
KAYNAK: ANKA