CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, “Cumhur İttifakı ortaklarından HÜDA PAR, Anayasa’nın 4. Maddesinin kaldırılmasını istiyor. HÜDA PAR Genel Başkanı ilk üç maddeden rahatsızlığını ifade etmek yerine, siyasi kurnazlıkla 4. Maddenin değiştirilmesini talep ederek, Cumhuriyet’in niteliklerini tartışmaya açmak, güvencesini ortadan kaldırmak istiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, HÜDA PAR’a Anayasa’nın 4. Maddesiyle sorunları olmadığını söylemekle yetiniyor. Yeni anayasa çağrıları yaparken oy kaygısıyla Cumhuriyet’i, laikliği, hukuk devletini savunmaya, sahip çıkmaya mesafeli duruyor” dedi.
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporu yayımladı. Toprak, yeni OVP, HÜDA- PAR’ın Anayasa’nın 4. maddesinin kaldırılmasına ilişkin açıklamaları, İsrail’in yaptığı saldırılar ve ekonomideki gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Toprak’ın raporundan öne çıkanlar şöyle:
“2025-2027 arası üç yıllık dönem için açıklanan Orta Vadeli Program’da (OVP), 2025 yılından itibaren sosyal güvenlik ve emeklilik sisteminin radikal şekilde değiştirilmesi, ‘ikinci emekli aylığı’ vaat edilerek Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi’ne (TES) geçilmesi öngörülmektedir. Getirilmek istenen modelde çalışanların zorunlu olarak katılacağı Otomatik Katılım Sistemi’nin (OKS) işveren ve devlet katkısıyla ikinci basamak emeklilik sistemine dönüştürülüp TES olarak 2025’in son çeyreğinde işlerlik kazanacağı vurgulanıyor. Halen isteğe bağlı Bireysel Emeklilik Sistemi’nde (BES) ikinci emeklilik maaşı söz konusuyken TES ile orta ve uzun vadede SGK’nın küçültülmesi, sosyal güvenlik ve sağlık sisteminin tümüyle özelleştirilmesi hedefleniyor. TES’teki en kritik düzenleme kıdem tazminatının ortadan kaldırılmasını ve işverenlerin rahatlatılmasını amaçlayan aylık tazminat uygulaması. İşverenler her ay çalışanlarına maaşının yüzde 8,33’ünü tazminat olarak ödeyecek. Böylece işçinin işverenden hizmet yılları karşılığı kıdem tazminatı alması uygulamadan kalkacak. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanını da yanına alarak iktidardan talep ettiği 12 maddelik ‘İşveren dostu önlem ve destekler’, TES ile hayata geçirilecek modeli esas alan düşük ücretli, tazminatsız, fazla mesaisiz çalıştırılacak ‘çağdaş köleler’ talebidir. İçişleri Bakanının MÜSİAD üyeleriyle toplantısında, telefonları kapattırıp sığınmacı ve göçmen istihdamına kolaylık sağlayan düzenlemelerin yakında açıklanacağını müjdelemesi, TES’e itiraz etmesi olası işçilere, sendikalara ve konfederasyonlara Suriyeli, Afgan, Afrikalı ucuz işçi alternatifi üzerinden göz dağı verip tehdit etmektir.
Hiçbir kamuoyu yoklamasında halkın öncelikleri arasında yeni anayasa yok. Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Cumhur İttifakı ortakları rutin aralıklarla yeni anayasa tartışması açıyorlar. Israrla vurguladıkları ‘darbe anayasası’ söylemine karşılık 22 yılda dörtte üçünden fazlasını kendilerinin değiştirdiği Anayasa’yı bile sürekli çiğneyip uygulamıyorlar. Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) kapatmak isteyen iktidar ittifakı, icraatlarının yargısal denetime tabi olmasından kurtulmak istiyor. Şimdi de Cumhur İttifakı ortaklarından HÜDA PAR, Anayasa’nın 4. Maddesinin kaldırılmasını istiyor. 4. Madde, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma niteliklerini tanımlayan, başkentini, bayrağını, dilini, istiklal marşını içeren değiştirilemez ilk üç maddenin güvencesidir. HÜDA PAR Genel Başkanı ilk üç maddeden rahatsızlığını ifade etmek yerine, siyasi kurnazlıkla 4. Maddenin değiştirilmesini talep ederek Cumhuriyet’in niteliklerini tartışmaya açmak, güvencesini ortadan kaldırmak istiyor. Oysa düşünce ve inanç özgürlüğünün teminatı olan laikliğin kendi partisi için de güvence sağladığının farkında değil. Laiklik ve demokratik Cumhuriyet sayesinde ekranlara çıkıp Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya dönük görüşlerini dile getirebiliyor. Din ve inanç dayatmalarına karşı, dini yaklaşımlardaki ayrışmalarla ortaya çıkan tarikatlar, din ticaretiyle holdingleşerek zenginleşirken önlerindeki tek engel olarak laikliği görüyor. Bu kadar çok farklı tarikat ve cemaatin varlığı bile din üzerindeki anlaşmazlıkların, görüş ayrılıklarının, diğer inançları yok saymanın göstergesiyken laiklik tüm düşünce ve inanç farklılıklarının güvencesi. Hukuk devleti ise adaletin eşit yurttaşlığın teminatı olarak Anayasa’da yer alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, HÜDA PAR’a Anayasa’nın 4. Maddesiyle sorunları olmadığını söylemekle yetiniyor. Yeni anayasa çağrıları yaparken oy kaygısıyla Cumhuriyet’i, laikliği, hukuk devletini savunmaya, sahip çıkmaya mesafeli duruyor.
AYM BAŞKANI, EN TEMEL YARGI KURALLARININ BUGÜN İTİBARİYLE İŞLEMEDİĞİNİ İLAN ETMİŞ OLDU
Referandumda kabul edilerek 2012’de yürürlüğe giren AYM’ye bireysel başvuru hakkı, o dönemde iktidar tarafından yürütülen ‘yetmez ama evet’ kampanyasında AB hukukuna uyum, hukuk devletinin güçlendirilmesi, bağımsız yargıdaki tüm hukuk yollarının yurttaşlarca özgürce kullanılması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açılan davalar öncesinde iç hukuk yoluyla adaletin tesisi açısından nihai adalet olarak savunulmuştu. Yargıdaki siyasallaşma, iktidar gölgesi ve adaletsizlik öylesine yaygınlaştı ki son olarak Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanını AYM üyeliğine atayarak en üst yargı organını da kontrolü altına almak isteyen iktidar, buna rağmen AYM’den ve bazı kararlarından rahatsızlığını gündeme getirerek AYM’nin kapatılmasını tartışmaya açıyor. AYM Başkanı Kadir Özkaya’nın bireysel başvuru hakkının yıl dönümü ve Cumhurbaşkanının AYM üyeliğine atadığı Metin Kıratlı’nın yemini için düzenlenen törendeki konuşmasında, yargı organlarına hukuk içinde kalma çağrısı yapması, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı adına ciddi bir endişeyi yansıtmaktadır. AYM Başkanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı törende, ‘Yargı bağımsız ve tarafsız olmalı, bireysel başvuruların etkinliği korunmalı ve yargı makamları hukuk içinde kalmalı’ diyerek en temel yargı kurallarının bugün itibarıyla işlemediğini ilan etmiş oldu. Yargı tarafsız ve bağımsızsa AYM Başkanı niçin yargı organlarına ve iktidara bu uyarıyı yapma ihtiyacı duysun?
TÜRKİYE’DE ÜKLENİN DEVASA KAYNAKLARI TOPRAĞA GÖMÜLÜ
İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı çağrı cihazları, telsizler, uydudan nokta hedef tespiti vb. yollarla gerçekleştirdiği saldırılar, bugünün koşullarında kendi yüksek teknolojisine sahip olmanın güvenlik ve refah açısından ne kadar hayati ve stratejik önemde olduğunu gösterdi. ABD özellikle Çin’in dijital teknolojilerine, elektronik ve bilişim ürünlerine yasak ve yaptırımlar getirirken bunların casusluk amacıyla kullanıldığını öne sürüyor. Oysa ABD tarafından üretilen yüksek teknolojili ürünler, yazılım ve programlar yıllardır aynı amaçla kullanılıyor. Son yıllarda bilişim ve yazılım alanında büyük ilerleme kaydeden İsrail’in de bu teknolojileri istihbarat, güvenlik, savunma, ekonomi ve ticaret alanlarında kullandığı biliniyor. Türkiye’de ise ülkenin devasa kaynakları toprağa gömüldü. TÜİK verileriyle yüzde 3,9 azalan sanayi üretimi kesintisiz şekilde geriliyor. Buna karşılık imalat sanayiinde yüksek teknolojili ürünlerin üretimdeki gerileme yüzde 20,2’ye ulaşmış. İhracatta da yüksek teknolojili ürün ihracatı dip noktalara geriledi. İktidar tüm mallarda yıllık 250 milyar dolarlık ihracatla övünürken ABD’nin napalm bombalarıyla yerle bir ettiği Vietnam’ın sadece yüksek teknolojili ürün ihracatı 136 milyar dolar. Diğer ürünlerle birlikte ihracatı yarım trilyon dolara varıyor. 22 yıl betonla övünen iktidar şimdi HİT-30 adıyla 2030’a kadar 30 milyar dolar yüksek teknoloji yatırımı ilan etti. HİT-30’a başvuracak şahıs ve şirketlerle ilgili süreç şeffaf olmadığı takdirde, millete ait bu paraların da önceden belirlenmiş iktidara yakın birilerine aktarılıp heba edilmesi, buharlaşması söz konusu olabilir.
Ocak-ağustos döneminde sekiz aylık bütçe açığı 973,6 milyar TL’ye ulaştı. Geçen yılın aynı döneminde 383,4 milyar TL olan bütçe açığı yaklaşık 600 milyar TL arttı. Bu sonuç; tasarruf tedbirlerinin işe yaramadığını, harcama ve israfın sürdüğünü gösteriyor. Oysa temmuzda TBMM’den geçirilen torba yasayla yıl sonuna kadar kamu harcamalarında 100-120 milyar TL arasında tasarruf ve kesinti öngörülürken bu tedbirlere uymayan bürokratlara, kamu yöneticilerine disiplin soruşturması açılacağı, maaş kesintisi ya da göreve son verme vb. yaptırımlar uygulanacağı ilan edilmişti. Gelinen noktada şimdiye kadar tasarruf tedbirlerine uymadığı gerekçesiyle hiçbir kamu görevlisi hakkında işlem yapılmadı. Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet işleri Başkanlığı (DİB) 2024 bütçesinde kendilerine ayrılan ödeneklerini altı ayda aşarak milyarlarca lira ek ödenek aldılar. Kaldı ki iktidar tasarruf tedbirlerinin 1 Eylül 2024’te uygulamaya gireceğini ilan ederken daha sonra yürürlük tarihini sessiz sedasız değiştirerek 1 Ocak 2025’e erteledi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in kamuda tasarruf paketi kağıt üstünde kaldı, hâlâ yürürlüğe giremedi. Bütçe sekiz ayda 1 trilyon TL’ye yakın açık verirken asıl tasarrufun öğrencilerin bir öğün bedava yemeğinden, taşımalı eğitimde öğrencilerin bedava servisinden, emekli ve memurun düşük tutulan maaş zamlarından yapıldığı anlaşılıyor.
İktidar 450 bin dolarlık gayrimenkul alan yabancılara T.C. vatandaşlığı satarken Türk vatandaşlarının yurt dışındaki konut ve gayrimenkul yatırımları katlanarak büyüyor. Temmuz sonuna kadar yurt dışına yönelik konut alımları 1,2 milyar dolara, yıllık bazda ise 2 milyar dolara yükseldi. Buna karşılık yabancıların Türkiye’deki gayrimenkul yatırımları ve konut alımları yüzde 23 buçuk gerileyerek 1,8 milyar dolara indi. Yabancı bankalar ve portföy kuruluşlarının yayınladıkları raporlarda, sıcak parayı yönlendiren yabancı piyasa danışmanlarının paylaştığı sosyal medya mesajlarında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e övgüler yağdırılarak, uygulanan programın Türkiye’yi düzlüğe çıkartacağı dile getiriliyor. Buna karşılık övgü dolu raporları hazırlayan kurumların ne kendileri ne de hesaplarını yönettikleri yabancı yatırımcılar, Türkiye’ye gelmediği gibi, bir buçuk yıla yaklaşan sürede yüzde 50 faizin cazibesiyle kısa sürede yüksek kazanç peşindeki sıcak para lobisi dışında ciddi ve anlamlı bir kaynak girişi olmadı. Yabancı banka ve kurumların tüm övgülerine rağmen iktidara ve programa yeterli güven olmadığı için yabancı yatırımcı ve sermaye girişleri durgun seyrederken aynı güven sorunu nedeniyle Türkiye’den yurt dışına giden yerli yatırım sermayesi artmaya devam ediyor. Merkez Bankası verilerinin gösterdiği bu gidişat, iktidarın ve ekonomi yönetiminin söylemlerinin tam tersini işaret ediyor.
TÜRK OTOMOTİV SEKTÖRÜNÜN ÜRETİM, İHRACAT VE SATIŞ RAKAMLARI CİDDİ ALARM VERİYOR
Otomotiv Sanayi Derneği’nin (OSD) açıkladığı Ağustos 2024 rakamları, uygulanan ekonomik programın yanı sıra faiz ve kur politikalarının sanayinin hemen her alanındaki negatif etkilerinin otomotivde çok daha hızla yaygınlaştığını gösteriyor. Güçlü yan sanayisi ve AB pazarlarının yanında küresel otomobil piyasalarında etkili olan Türk otomotiv sektörünün üretim, ihracat ve satış rakamları oldukça ciddi alarm veriyor. Ağustos ayında otomotiv pazarının tamamındaki satışlar yüzde 0,4 gerileyerek 93 bin 792 adete inerken, sektörün toplam üretimi ise yüzde 26,7 azalarak 53 bin 502 adete indi. Türkiye’nin ihracatında ilk sırada yer alan otomotiv sektörünün ihracatında da ciddi anlamda düşüş söz konusu. 2024 ocak-ağustos döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre, toplam otomotiv sektörü ihracatı adet olarak yüzde 2,6, otomobil ihracatı yüzde 3 azaldı. Gerek fahiş akaryakıt zamları gerekse KDV-ÖTV-MTV artışlarıyla enflasyon ve kurdan kaynaklı maliyetler, kredi faizlerinin artması sıfır otomobil fiyatlarını yukarı, talebi aşağı çekti. Temel sanayilerin başında gelen otomotivdeki bu tablonun yansımaları, yakın vadede çok daha ciddi bir krizin kaçınılmaz olacağını göstermektedir.
İktidar 2025-2027 OVP’de tarımsal ürün taban fiyatlarının IMF şartına uygun olarak hedef enflasyon oranında artırılmasını kararlaştırdı. Cumhurbaşkanı kararı olarak yayınlanan üç yıllık tarımsal destek politikalarıyla mazot, gübre, sulama, enerji vb. pek çok destek 2025’ten itibaren kaldırıldı. Bunun yerine ‘Temel Destek’ uygulaması getirildi. Bu kurallar sonrası ilk taban fiyat çeltik için açıklandı. Ağustos itibarıyla TÜİK’in yüzde 51 hesapladığı yıllık enflasyon, OVP’de bu yıl sonu için yüzde 41 buçuk oranında hedeflendi. 2024 mahsulü çeltik için Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) taban fiyatı yüzde 30 artırdı. TMO kilo başına taban alım fiyatını Osmancık pirinci için 25 TL, Cammeo grubu pirinç türleri için 30 TL, Baldo pirinç için 31 TL açıkladı. Türkiye’nin en önemli çeltik üretim bölgesi Trakya’da, Edirne Ziraat Odası üreticileri taban fiyatın maliyetin altında kaldığını belirterek bakanlığa ve TMO’ya revize fiyat çağrısında bulundular. Çeltik, buğday, ayçiçeği üreticilerinin haklı taleplerini duymazlıktan gelen iktidar, yine ‘bütçede kaynak yok’ bahanelerini gündeme getiriyor. İktidar, taban fiyatı arttırmak yerine son bir yılda 500 bin tondan fazla pirinç ithalatıyla milyarlarca doları Hintli, Pakistanlı ve diğer ülkelerin üreticilerine aktardı. Tarımsal girdilerinde, çeltiğin temel ihtiyacı sulama bedellerinde, elektrik, mazot, gübrede yüzde 100’ü aşan enflasyona karşılık, kilosu 33-34 TL’den satılan çeltiğe bunun altında taban fiyat vermek, ‘Üretme, tarlanı boş bırak’ demektir.
GAZZE’DE ATEŞKES İHTİMALİ İYİCE AZALDI
Lübnan’ın güneyinden İsrail’e saldırılar düzenleyen Hizbullah’a karşı İsrail dış istihbarat servisi Mossad tarafından organize edilen siber saldırıda, çağrı cihazları ve telsizler uzaktan kumandalı yazılımla gönderilen virüslü mesajlarla patlatıldı. Aralarında çocuk ve sivillerin de yer aldığı onlarca kişi öldü, çoğu sivil 3 binden fazla kişi yaralandı. Bugüne kadar örneği olmayan virüslü yazılımla cihazların bombaya dönüştürülüp binlerce kişiye aynı anda siber saldırı yapılması iletişim teknolojilerinin bir savaş ve saldırı silahına dönüşebileceğini göstermesi açısından tüm dünyada kaygı uyandırdı. Hamas lideri Haniyye suikastındaki gibi Hizbullah’a yapılan sofistike siber saldırının da Mossad ajanlarının içeriden sağladığı bilgilerle gerçekleştiği anlaşılıyor. İsrail bu saldırıyla askeri harekat yapmadan yazılım ve bilişim teknolojileriyle Hizbullah’a ağır kayıp yaşattı. Uzun süredir siyasi ve ekonomik kriz yaşayan Lübnan’a, Mossad operasyonunun hemen ardından İsrail hava kuvvetleri yoğun hava saldırısı ve bombardıman başlatırken İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant, savaşta yeni bir aşamaya geçildiğini açıkladı. Gazze’de ateşkes ihtimali iyice azaldı. Güneyde Hamas, kuzey sınırında Hizbullah’la savaşan İsrail, bu örgütlerin İran, Suriye, Lübnan’daki lojistik, mali, siyasi, askeri destek yollarını kesmek peşinde. O yüzden Lübnan’a kara harekatı, Suriye’ye yoğun hava saldırıları başlatıp savaşı yayma, ABD ve İngiltere’nin bölgeye müdahalesini sağlama hamlesine girişebilir. Savaşta uluslararası anlaşmaları yok sayan İsrail, acımasız bir soykırımı dünyanın gözü önünde pervasızca yürütüyor.
Almanya’da Sosyal Demokrat Olaf Scholz Başbakanlığındaki Yeşiller ve Liberallerden oluşan koalisyon, radikal bir kararla sınır kontrollerini sıkılaştıran katı uygulamaları yürürlüğe koydu. AB’nin serbest dolaşım, üyeler arasında özgürce seyahat ilkesi yanında Schengen Vize Mutabakatına aykırı olduğu öne sürülen kısıtlama ve getirilen katı kurallar, diğer AB ülkelerinin de tepkisine yol açtı. Türkiye gibi Schengen vizesiyle seyahat eden ülkelerin vatandaşları içinse Almanya ve diğer AB ülkelerine girişler iyice zorlaştı. Başbakan Scholz, yoğun göçmen akınının ülkede artırdığı sorunlar nedeniyle sınır kontrollerinde zorunlu sıkılaştırmaya gidildiğini dile getirdi. Hollanda’da ise seçimlerden birinci çıkan aşırı sağcı-yabancı ve İslam karşıtı Geert Wilders’in Başbakan olmaması koşuluyla dört sağ partinin kurduğu koalisyon yabancı ve göçmenleri geri gönderme, sığınma ve iltica başvurularını geri çevirme kararı aldı. AB Komisyonu, politika değişikliği için 27 üyenin onayı gerektiğini, Hollanda’nın başvurudan sonuç alamayacağını açıkladı. 2016’da AB ile 3 milyar euro karşılığı Mülteci ve Geri Kabul Anlaşması imzalayan Türkiye, AB ülkelerine yönelik Suriyeli, Afgan, Irak ve İranlı mülteci akınında transit ülke olarak değerlendiriliyor. AB’deki mülteci, sığınmacı, kaçak göçmen tartışmaları üzerine, Türkiye ile 2016’da imzalanan Mülteci ve Geri Kabul Anlaşmasının güncellenmesi planlanıyor. Türkiye’nin daha fazla mali destek vaadiyle ikna edilip AB’nin sınır bekçiliğini ve mülteci deposu olmayı sürdürmesi, AB’ye giden düzensiz-kaçak göçmenleri geri kabul etmesi isteniyor. Daha önce sınırları açma tehdidiyle AB’den daha fazla para kopartma pazarlığı yapan iktidar, taze dış kaynak ihtiyacı nedeniyle AB ile tekrar mülteci pazarlığına oturabilir.”
KAYNAK: ANKA