Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, bugün kaleme aldığı yazısında son günlerin en çok tartışılan ismi Erdoğan Bayraktar ile ilgili hatırlatmalar yaptı. Bayraktar’ın aktif siyaset yaptığı dönemde yaşanan skandalları hatırlatan Terkoğlu şunları yazdı:
Hem sağında hem solundalar. Kafanı çeviriyorsun ardından geliyorlar. Sağ adımını atıyorsun onlar da sağ ayaklarını kaldırıyor. Yürüyorum sanıyorsun. Aslında içinde olduğun kalabalık seni yürütüyor. Gittiğin yolun senin olmadığını yalnız kalınca anlıyorsun.
Gazeteler “itiraf” yazıyor. Eski Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın açıklamalarından bahsediyorum. 17-25 Aralık için “Dosyamda ne varsa, hem tapeler doğrudur hem teknik takip doğrudur hem de benim telefon konuşmalarım A’dan Z’ye kadar doğrudur” dedi ya… 29 Nisan 2014 tarihli Adli Tıp Raporu’nu açtım. AKP-FETÖ kavgasının ardından dosyaya yeni savcı atanmıştı. O da 2 hard disk, 20 DVD, 12 klasörden oluşan tapeleri ve çözümlerini Adli Tıp Kurumu’na göndermişti. “Doğru” mu yoksa “montaj-dublaj mı” diye sormuştu. Bakın, o raporun sonucunda ne yazıyor:
“İnceleme konusu tüm ses kayıtları ile ses kayıtlarına ait tapelerde yapılan karşılaştırma sonucunda; basit imla ve yazım hataları dışında, konuşmanın anlam bütünlüğünü bozacak herhangi bir bulgunun tespit edilemediği…”
Kısacası itiraf denileni, devlet resmen 7 yıl önce kabul etti.
BAYRAKTAR ATILDI AMA OYUN SÜRDÜ
Bayraktar’da kontrolsüz bir damar var. Kriz anlarında daha çok görünüyor. Sakin kalıp diplomatik konuşmak ya da politika yapmak yerine aklına ilk gelenin peşinden gidiyor. Kanser hastası Dilek ile diyaloğu yıllarca unutulmadı. 2016’da girmek istediği sitede, kendisine kimlik soran bir güvenlik görevlisini, yumrukla-copla dövdü.
Sadece bunlar değil…
17 Aralık sabahı, FETÖ’cü savcıların operasyonu başladığında, Bayraktar’a ilk haber veren oğluydu. Abdullah Oğuz Bayraktar, 06.36’da babasına “Benim evi polisler bastı, acil birilerini arar mısın” demişti. Erdoğan Bayraktar neler olduğunu anlamıştı. Telefon trafiği saat 06.57’de danışmanı Sadık Soylu’yu aramasıyla sürdü. “Sadık polis birazdan gelip seni alacak, evden kaç” demişti. Bayraktar, “Konuşmaların hepsi doğru” dedi ya. Aslında Sadık Soylu da kabul etti. Soylu, Meclis’te verdiği ifadede şunları söyledi: “Erdoğan Bey benim babam gibidir. ‘Kaç Sadık’ demiştir. Ben de ‘Efendim kafede oturuyorum. Orada bekleyeceğim’ dedim.”
Meselenin bam teli burada…
O Sadık Soylu, daha geçenlerde Sedat Peker’in açıklamalarıyla gündeme gelen Süleyman Soylu’nun kuzeninden başkası değil. Peker, “Murat Kurum mu yönetiyor Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı, Sadık Soylu mu” diye sorunca adı yıllar sonra yeniden hatırlandı. Peker’in sözleriyle anlaşıldı ki aradan geçen 7 yılda, eski düzen devam etmişti. Ama bir farkla… Yıllarca o düzeni kurmak için her şeyi göze alan Erdoğan Bayraktar, oyundan atılmıştı.
BAYRAKTAR KENDİNİ NEDEN AYIRDI?
İşin ilginci, bunun nedeni, kriz anında yine “aklına ilk geleni” söylemesiydi. Önüne “istifa et, Erdoğan’ı rahatlat” diye bir metin konduğunda tepesi atmıştı. Televizyon kanalında isyan etti: “Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan (Erdoğan)’ın onayıyla yapıldı.”
Mesela Urla villaları fezlekesi Erdoğan Bayraktar’ı haklı çıkarıyordu. Hikâye, Erdoğan ile işadamı Latif Topbaş’ın görüşmesiyle başlıyordu. Topbaş, villaların yapılacağı arsanın 1. derece sit alanı olduğunu, çözmek için de Erdoğan Bayraktar’ın devreye girmesini istiyordu. Erdoğan da Bayraktar’ı arayarak yardımcı olmasını söylüyordu. Tayyip Erdoğan’ın dediğini yapan Erdoğan Bayraktar, günah keçisi yapıldığını düşünüyordu.
Haklı bir tarafı daha var…
Geçen gün Altan Sancar’a verdiği söyleşide “Beni rüşvet ve yolsuzluk çuvalının içine koydular”, “‘Reis’, Sayın Cumhurbaşkanım, beni hırsız çuvalının içine koydu ve attı” diye isyan etti ya…
17-25 Aralık hikâyesi iki ayrı dosyadan oluşuyor.
Birincisi Reza Zarrab aracılığıyla dönen ticaret. Bal tutanın parmağını yaladığı düzende, 3 bakan (Egemen Bağış, Zafer Çağlayan, Muammer Güler) menfaat karşılığı bu sistemin parçası olmakla suçlandı.
İkinci dosya ise kamunun usulsüz işleriyle ilgiliydi. Özetinde; yandaş zenginler kamu varlığı denizini siyaset aracılığıyla içerek zenginliklerine zenginlik katıyordu. Erdoğan Bayraktar ise bu işlerle suçlanıyordu.
Sadece Cemil Çiçek değil, aslında AKP de farkındaydı. Yüce Divan için 20-21 Ocak 2015’te yapılan oylamanın sonucu her şeyi gösteriyor.
Zafer Çağlayan: 242 aleyhte, 264 lehte oy
Muammer Güler: 241 aleyhte, 258 lehte oy
Egemen Bağış: 245 aleyhte, 255 lehte oy.
Erdoğan Bayraktar: 219 aleyhte, 288 lehte oy.
Rakamların dili söylüyor, AKP, büyük fireler verdi. Partinin en çok sahip çıktığı isim ise Bayraktar oldu.
Zira herkes, Erdoğan’ın isteğiyle “dava adına” yapılanların farkındaydı. Yandaş işadamlarının siyaset eliyle kamu rantını paylaştığı bir düzen yaratılmıştı. AKP’nin iktidar sistemi bu paralel ekonomiye dayanıyordu. Örneğin “havuz medyası” buydu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Sabah-ATV satışı için havuza para aktaran firmalara 87 milyar 832 milyon liralık ihale verildiğini açıklamıştı.
İşte Bayraktar, bu nedenle kendisini ayırarak “Benim dosyamda hırsızlık yok, görevi kötüye kullanma var” dedi.
17-25 ARALIK BİR BAŞKA BAHARA
Canlı yayında bakanlıktan istifasını açıkladı ama 25 Aralık 2013 tarihli Resmi Gazete’de Erdoğan’ın onu görevden aldığı yazdı. Vekillikten istifa ettiğini söyledi ancak bir türlü yürürlüğe konmadı. Bayraktar’a ağız tadıyla çekip gitme hakkı bile tanınmadı.
“Ne yaptıysam Erdoğan istediği için kırgını” Bayraktar, sistemin dışına itilmeyi, yalnız bırakılmayı, sıfatsız kalmayı kabullenemedi. Sosyal medya hesabından sık sık sitem etti:
“Biz ilçe teşkilatlarında çalışarak, elektrik direklerine bayrak asarak partili olduk. Sonunda mancınıkla atıldık. Siz ise; zekânız, eğitiminiz ve babanız sayesinde bizlere horozluk yaptınız. Şimdi ise ‘parti’nizin başındasınız.”
FETÖ’nün Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülüklerden biri de bu. AKP’yle 2002-2014 aralığında beraber yürüyen örgüt, Ergenekon gibi kumpaslarda, hükümetin yolsuzluklarını açıklayan muhalifleri yargılamıştı. Yollar ayrılınca, bu kez yolsuzluk dosyalarını AKP’ye karşı kullandı. FETÖ’nün niyeti, yolsuzlukla hesaplaşma değil, yolsuzluğu kendi iktidar hesaplaşmasına meze yapmaktı. Bu da AKP’ye, FETÖ’yle kavga ederken yolsuzluğu da örtme fırsatı verdi. Olan da yolsuzluk düzeniyle hesaplaşamayan Türkiye’ye oldu.
Tedavi edilmeyen hastalıkların kriz anlarında açığa çıkması gibi. Erdoğan Bayraktar’ın yıllar sonra aklına geleni söylemesi, üstü örtülmüş yolsuzluğun yıllar sonra ilk ağızdan kabulü oldu. FETÖ’cüler eliyle kurgulanan 28 Şubat davası da Gezi davası da sürerken 17-25 Aralık bir başka düzene kadar örtü altında yaşamaya devam edecek.
Kırgın ve kızgın. Haksızlığa uğradığını düşünüyor. Ancak Erdoğan Bayraktar’ın kalabalıktan koparak yalnız yürüdüğü yolda bıraktığı izler, Türkiye’nin eksik hesaplaşmasını bugün değilse de bir gün mutlaka tamamlamasına neden olacak.