1960’ta Güney Afrika’da apartheid rejimine karşı protesto eylemi düzenleyen göstericilere ateş açan polisin, 69 kişiyi öldürmesinden sonra; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 21 Mart’ı ırkçılıkla uluslararası mücadele günü olarak kabul etmişti. Apartheid, Afrikaanca “ayrılık” anlamına geliyor ve Güney Afrika’daki beyaz rejimin, ırksal ayrılığı savunan resmi hükümet programı olarak 1994 yılına kadar iktidarda kalmaya devam ediyordu. Anti-Apartheid Hareketi’nin uzun yıllar süren mücadelesi sonucunda Güney Afrika’da Nelson Mandela’nın ilk siyah devlet başkanı olarak seçilmesiyle yürürlükten kalkan politikalar, dünya üzerinde ırkçı ve ayrımcı politikaların sonu olamadı ne yazık ki.
Son on yılda Avrupa’da göçmen ve mülteci düşmanı ırkçı partilerin yükselişi ve özellikle ABD’de Trump milliyetçiliğiyle birlikte artan ayrımcılık ve ırkçı şiddet; kapitalizme içkin yapısal şiddetin bugünkü görünür yüzleri. ABD’de, beyaz bir Amerikalının her 1 dolarlık kazancına karşı, siyah bir Amerikalının kazancının 7 cent düzeyinde olduğu verisi; şiddetin bu sistemik boyutuna dair genel bir fikir verebilir.
Geçtiğimiz yıl siyah Amerikalı George Floyd’un öldürülmesinin ardından yaşanan ırkçılık karşıtı dev protestolar da, ABD’de durumun geçiştirilemez bir boyuta geldiğine işaret ediyor. “Nefes alamıyorum” diyen Floyd’un boğazına çöken polis şiddetine eşlik eden ekonomik çöküş, işsizlik ve geleceksizlik; ABD’lileri ilk kez bu kadar kitlesel olarak sokaklara çıkardı.
George Floyd, polis şiddetine maruz bırakılan ve öldürülmesiyle protestolara yol açan ilk siyah Amerikalı değil ancak ABD’de ilk kez nüfusun ağırlıklı olarak beyaz olduğu şehirler ve kırsal kesimde de ırkçılık karşıtı gösteriler yapıldı. Başkent Washington’ın da içlerinde olduğu 50 eyalette, protestolar haftalarca sürdü. Gösterilere saldıran ABD polisi, biriken öfkeyi püskürtmek için yeterli gelmeyince dönemin ABD Başkanı Trump; Washington’da ulusal muhafızları sokağa indirme yolunu seçti. Hemen başkanlık seçimlerinin öncesine denk gelen olaylar nedeniyle ırkçılık, başkanlık tartışmalarının da ana konularından olmuştu.
Peki bir dönem ırkçılığın kalesi olan kimi Orta Amerika kentlerinde dahi önemli protestoların yaşandığı ve “Siyah Hayatlar Önemlidir” sloganının yükseldiği bu yakın dönem tablosu, ABD’de ırkçı ve ayrımcı politikaların bitişi konusunda geleceğe dönük umut veriyor mu?
Bu kez geçtiğimiz hafta içinde ABD’nin Georgia eyaletinde yaşanan bir silahlı saldırı olayı, konun toplum geneline yayılan düşmanlık ve şiddet katmanına dikkat çekiyor. ABD’de oldukça sık yaşanan ve hedefsiz görünen bu silahlı saldırılardan birinde 21 yaşındaki saldırgan, art arda 3 masaj salonuna girerek 8 kişiyi öldürmüştü. Öldürülenlerden 6’sı Asya kökenli kadınlardı. Olay ABD basınında “Saldırıların sebebi henüz bilinmiyor ancak Covid-19 salgınının başlangıcından bu yana Asyalı toplumlara yapılan saldırılar yüzde 150 oranında arttı” notuyla birlikte veriliyordu.
Irkçı ayrımcılığın Çin kökenli ABD’lileri hedef alan bu yeni yüzü, bugünlerde ABD medyasında yoğun olarak tartışılıyor.
Trump döneminde sıradan hale gelen Çin’i şeytanlaştırma hamleleri, Covid19 pandemisinin adlandırması üzerine verilen kavgadan hatırlanacaktır. Israrla “Çin virüsü” tanımlamasını, yalan olduğu biliniyor olmasına rağmen hafızalara kazımak için uğraşan Trump; aslında ekonomik ve politik yönünün üzeri örtülmüş bir kavgaya, yeni bir cephe açma uğraşı veriyordu.
Bu uğraş sadece ABD’de değil, onun müttefiklerinde de ayrımcı ve ırkçı politikaları besliyor. ABD’nin, Asya Pasifik bölgesinde Çin’e karşı yanında tutmak için yoğun çaba verdiği ve bu çabaların meyvesini aldığı Avustralya’da yapılan bir araştırma, ırkçı şiddetin adını koyuyor.
Lowy Institute’nün Kasım 2020’de sonuçlarını açıkladığı, binden fazla Çinli Avustralyalı arasında yaptığı araştırmaya katılanların yüzde 18’i, Çin kökenli oldukları için fiziksel saldırıya uğramış ya da tehdit edilmişler. Çalışmaya katılanların yüzde 37’si ise yine aynı nedenle, kendilerine farklı davranıldığını ya da daha az olumlu davranıldığını düşünüyor.
Emperyalist zincirin başını tutma kavgasında hegemonya krizinin nefesini sırtında hisseden ABD, ülke içinde siyah ve hispanik kökenliler başta olmak üzere sömürü ve şiddet sarmalını yoğunlaştırırken; uluslararası arenada da Çin’i “baş düşman” ilan ederek ekonomik göstergeler açısından kendisini zorlayan tabloda yerini sağlama alma ya da Amerikalı yoksullar arasında popüler olan tanımlamayla “Amerika’yı yeniden büyük yapma” hedefini gösterdi.
Trump’ın isim babası olduğu bu dönemin Biden’ın başkanlığı ile değişeceği beklentisi de kısa sürmüş gibi görünüyor. Kendi başkanlığını “ABD’nin geri dönüşü” olarak niteleyen Biden da, dünyayı tehdit eden politikaların temelde pek fazla değişmeyeceğini ifade etmekte gecikmedi.
Çin’e karşı açıktan yürüyen ticaret ve teknoloji savaşını Trump’tan miras alan Biden kendi döneminin ana politikasını “Çin ile uzun vadeli stratejik rekabete birlikte hazırlanmak” cümlesiyle özetlemiş; AB ve kimi batılı ülkeleri cepheye çağırmıştı ayağının tozuyla.
Dünyaya insan hakları dersleri vermek ve bunun peşinden asker ya da bombalarını göndermek; bunlar mümkün değilse, en azından saldırgan bir medya propagandası başlatmak, ABD’nin artık iyi bilinen adımları. Bu adımlar son dönemde sık sık karşı tarafı insan hakları sicili üzerinden sıkıştırma doğrultusunda ilerliyor. Daha önce başlayan Xinjiang kampanyasına eklenen Hong Kong ve Tayvan gündemleri, bu konuda Çin üzerinde uygulanan son dönemin en belirgin örnekleri olma özelliğini koruyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i “katil olarak gördüğünü” ifade etmekten çekinmeyen Biden da, bu konuda Trump’tan geri kalmayacağını göstermiş oldu. Trump için olağan bir abartı olarak görülebilecek bu cümle, Biden gibi “deneyimli” bir siyasetçi için bir dil sürçmesinden ibaret olamaz. Bu ifadeler önümüzdeki dönemin uluslararası siyasi atmosferini hem tarif eden hem de adım adım oluşturan hamleler olarak görülmeli. Bunların ardından gelecek toplumsal yansımaların da artan şiddet, ırkçılık ve ayrımcılık olarak, az önce verdiğimiz örnekler gibi istatistiklere yansımasını beklemek gerekiyor.
Artık hem ABD hem de dünya kamuoyu açısından iyi bilinen bu adımlar şimdilik doğrudan bir tepkiyle karşılaşmaktan çok, genellikle ardından gelen toplumsal sonuçlar üzerinden bir karşı duruşu karşısında buluyor. Bu tepkilerin ulaşacağı boyutları ve ne zaman şiddetin ana kaynağına yöneleceğini tahmin etmek mümkün olmasa da, yine “pek uzun olmayan bir gelecekte” diye bir kestirimde bulunmak mümkün görünüyor. Çünkü ABD tüm bu saldırgan çabalarına rağmen içerde ve dışarda sıkışma dönemini geride bırakmayı bir türlü başaramıyor.
ABD’de milliyetçiliğin, ırkçılık ve şiddeti yardıma çağıran flört tarihi, sadece son dönemde değil, aslında hep iniş çıkışlı bir seyir izliyor.
1776 tarihli Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer alan maddeyle ifade edilen “tüm insanların eşit yaratıldığı” ve “kendilerinden ayrılamaz, belirli haklara sahip oldukları” kabulü aslında bu değerler üzerine kurulan ABD’nin ırkçı tarihine düşülmüş bir not niteliğinde.
Çünkü beyaz adam kıtaya gelmeden önce bugünkü ABD topraklarında yerleşik olan kızılderili toplumu yok oluşa itilirken, ülkeye Afrika’dan köle olarak getirilen siyahlar da, zorla çalıştırıldıkları çiftlik ve madenlerde Anglosakson, protestan beyazların sistematik şiddet ve sömürüsüne maruz kalıyordu.
1640’ta hukuki olarak resmileşen kölelik, 1862’de sonlandırılmasına rağmen 1930’lara kadar gayrı resmi olarak devam etti. 1965’e kadar ABD’de siyahlar hâlâ ancak bazı işlerde çalışma olanağı bulabiliyor, kamusal alanda “sadece beyazlar” ibareli mekanlara alınmıyor ya da kimi mekanlarda bazı kısıtlı alanları kullanabiliyordu.
ABD’nin kurumsal yapısına işlemiş olan ırkçı ve ayrımcı bu tabloyu değiştirmek için 1950’lerde kurulan Sivil Haklar Hareketi’nin yoğun mücadeleler sonucu elde ettiği kazanımları ve 1964’teki “Sivil Haklar Yasası” ile 1965’te çıkan “Oy Verme Hakkı Yasası”nı beklemek gerekiyordu.
2009 yılında seçilen ilk siyah ABD başkanı Barack Obama ya da diğer kimi popüler “siyah başarı öyküleri” artık “renk körü” olduğunu ve “eşit fırsatlar” sunduğunu iddia eden ABD kapitalizminin gidişatında bir değişikliği ifade etmek bir yana, yoksul siyahlar üzerinden gördüğümüz düzenin dökülen sıvalarını dahi onarmayı başaramamış görünüyor.
Çünkü ABD yönetimleri bugün halen, ırkçı ve ayrılıkçı ögeleri acil durumda camı kırarak kullanıma sokmaya devam ediyor.
Selen Kartay
Yön Radyo