“KARŞIYAKAN’NIN ÜÇ GÜLÜ” ve BİR ANI: “BİR ÇİFT GÜVERCİN HAVALANSA…”
06 Mayıs 2024, Deniz’lerin idamının 52. yılı…
Bugüne kadar bu arkadaşlarımız ve onların simgelediği devrimcilik hakkında çok yazı yazdım. Bu 06 Mayıs’ta onları, Türkçenin pırıl pırıl şairlerinden Tahsin Saraç’ın onlar için yazdığı “Karşıyaka’nın Üç Gülü” şiiri ve bir anı ile anıyorum.
Önce Tahsin Saraç’ın şiiri, ardından da bir idam günü anısı…
I) KARŞIYAKA’NIN ÜÇ GÜLÜ
Asılmış bir al umuttan
Karagücün korku dalında
Şu can topraktaki üç fidan ölü.
Ve artık ölmezliğin son boyutundan
Göverir yeşil bahar yağmurlarında
Denizgülü, Yusufgülü, Hüseyingülü.
Ölümdür kimileyin kavganın tek ödülü.
Kançiçeği sökünü arkalarından…
Açmış böğrünü, hepsine ana sıcaklığında
Devrimin kankalesi Karşıyaka gömütlüğü.
Ve gençlik günlerine doymamışlık dağından
Bakar, alınlar mavide ve göğüs hep namluda
Gezmişgülü, Aslangülü, İnangülü.
İnanç bir deliçay ki yeşertir bir gün çölü.
Karşıyakanın üç gülü
Yürek dalıma gömülü
Karşıyakanın üç gülü
Tüm kançiçekleriyle
Göz pınarıma gömülü.
***
II) BİR ANI: “BİR ÇİFT GÜVERCİN HAVALANSA…”
1972 yılının bahar ayları… Mart, Nisan ve Mayıs günleri…
12 Mart darbesi ve sıkıyönetim ilanından beri gizli devrimci örgütsel çalışmalar içindeyim. Ayrıca 1971 yılı sonundan beri de polis tarafından aranıyorum.
1972’nin bahar aylarına girdiğimizde, gözümüz kulağımız bir taraftan da, Deniz’ler hakkındaki idam kararı dosyasının nasıl sonuçlanacağında olmaya başladı. Dosyası aylardır Askeri Yargıtay-TBMM-Anayasa Mahkemesi üçgeninde gidip gelen idam kararı, o günlerde kesin sonuca bağlanacaktı.
Kararın onaylanmaması için gösterilen son çabalar olumlu bir sonuca ulaşacak mıydı? Mayıs’ın başına geldiğimizde bu konuda artık, gecelerin sabahların sayıldığı günler yaşıyorduk.
Meclis’teki Adalet Partisi ağırlıklı sağ çoğunluk ve basın dünyasındaki gericiler, Amerikancılar korosu, Deniz’ler hakkındaki idam kararını 27 Mayıs’ın rövanşına çevirmiş, “Üç’e üç…” diye bağırıp duruyorlardı.
Ama bizim bu konudaki esas dikkatimiz, perde gerisindeki belirleyici güç durumunda olan Amerikancı-NATO’cu “çelik çekirdeğin” tutumundaydı.
Bir ay önce Kızıldere’de, bütün “haşmetiyle” sahneye çıkan devlet içindeki bu gizli NATO gücü, İstanbul-Ankara seferini yapan bir THY uçağının 04 Mayıs günü Sofya’ya kaçırılması ve bir gün sonraki “Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’i kaçırma” girişimi eylemlerinde yine sahnedeydi. Bu eylemleri, gerek CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve Anayasa Mahkemesi’nin siyasi ve hukuki girişimlerini, gerekse Yaşar Kemal, Erdal Öz, Altan Öymen, Emil Galip Sandalcı, Onat Kutlar gibi aydınların yürüttüğü imza kampanyası girişimini etkisizleştirip boşa çıkarmada “başarıyla” kullanıyordu.
Son eylemlerle ilgili açıklamalarını Sıkıyönetim Komutanlıkları ağzından yapıyor ve her açıklamada “Son müstakil Türk devletinin Marksist-Leninist anarşistlerin kurtarılması oyunlarına gelmeyeceğini” söylüyordu. Devlet içindeki gizli NATO-ABD için, idamına karar verilen 3 devrimciden biri olan Deniz Gezmiş, 16 Temmuz 1968’de ABD 6. Filo askerlerini Dolmabahçe’de denize döken gençlik eyleminin önderiydi. Bu eylemden sonra 6. Filo Türkiye limanlarına gelemez olmuştu. Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ise, Deniz’le birlikte Malatya Kürecik’teki ABD-NATO radar üssünü basmaya giderken yakalanmışlardı. Türkiye’deki ABD imajını fena halde çizen bu eylemler ve önderleri, ellerindeki üç beş tabanca ile isyan ettikleri düzeni yıkamazlardı, ama Türk milletindeki bağımsızlıkçılık ruhunu diriltiyorlar; ABD ve NATO’dan bağımsız bir Türkiye düşüncesini ateşliyorlardı. İşte bu affedilemezdi.
05 Mayıs 1972 günü artık nefeslerin tutulduğu gündü.
O günün gecesinde, Topkapı’daki Mersedes fabrikasında çalışan, DİSK işyeri temsilcilerinden, yaşı benden büyük ve evli bir işçinin, Bağcılar’daki gecekondu tipi evindeydik. Bağcılar o zaman, gecekondulaşma ile yerleşime yeni açılmakta olan geniş bir bağlık bahçelik alandı. Seyrek ve birbirinden hayli uzak evler arasındaki arazilerde köpek sürülerinin dolaştığı bir İstanbul varoşuydu.
O gece kulağımız Sofya Radyosu Türkçe Yayınlarındaydı. Mersedes fabrikasında usta ve “sınıf bilinci sahibi bir proleter” olan ev sahibim, Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğuydu ve yıllardır sabah erken işe gitmek için hazırlanırken Sofya Radyosunu dinlemek, günlük alışkanlıklarından biri olmuştu.
Usta, eşini ve iki çocuğunu, bir gün önce babasının evine göndermişti. Çünkü aylık buluşmalarımızdan birini yapacağımız o gün, aynı zamanda eğitim çalışması da yapacaktık. Eve eğitim için yine Topkapı sanayi bölgesinde çalışan ve Güngören’de oturan iki işçi daha gelecekti.
Geldiler, ama o gün hepimiz de eğitim yapmamaya ve güncel siyasi gelişmeler üzerine bir sohbet yapmaya karar verdik. Eğitim çalışmasından kısa süren sohbetten sonra da onlar kalkıp gittiler.
Sofya Radyosu Türkçe yayına sabah 06:00’da başlıyordu. O saat aynı zamanda, 08:00’de başlayan vardiyada çalışan ustanın kalkış saatiydi. O gece ikimiz de uyumamıştık.
Sofya Radyosu saatinde yayına başladı ve ilk haberine, “Günlerdir beklenen infazlar sabaha karşı yapıldı…” cümlesi ile girdi. Haberi, Deniz’in idam sehpası altındaki son sözleri ile bitirdi:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm Leninizm’in yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halkının kardeşliği ve bağımsızlık mücadelesi!
Yaşasın işçiler, köylüler!
Kahrolsun emperyalizm!”
Radyoyu kapattık ve evden birlikte çıktık.
Ertesi gün (07 Mayıs günü) kaldığım eve kapanıp günün bütün gazetelerinden idamla ilgili haber ve yorumları okudum. Gazetelerden birinde, bugün kesin hatırlamıyorum, Milliyet’te ya da 12 Mart döneminde yayına başlamış Yeni Ortam’da olabilir, İsmail Cem’in yazısına gözüm takıldı.
Sonraki yıllarda TRT Genel Müdürü, Kültür ve Dış İşleri Bakanlığı gibi yüksek görevlerde bulunacak o yılların gazeteci sol aydını İsmail Cem, günlük yazılar yazdığı köşesine sadece bir şiir koymuştu. Üstelik şiire ve niçin bu şiiri yayınladığına ilişkin ne bir yorum, ne bir açıklama eklemişti.
Şiir bildiğim bir şiirdi. Melih Cevdet Anday’ın, “Bir çift güvercin havalansa/Yanık yanık kosa karanfil” diye başlayan
ANI adlı şiiriydi.
Melih Cevdet bu şiiri, 19 Haziran 1953’te New York’ta, Amerikan Soğuk Savaş faşizminin ilk kurbanları olarak idam edilen Rosenberg’ler (Ethel ve Julius Rosenberg çifti) için yazmıştı.
Rosenberg’ler, ABD’de o yıllarda estirilen ve her taşın altında “komünizm” arayan McCarthy’ci antikomünizm tarafından, Los Alamos’taki nükleer tesiste yapılan atom bombası çalışmaları gizli bilgilerini Sovyetler Birliği’ne aktardıkları iddiasıyla yargılanmış ve idama mahkum edilmişler, güçlü hukuki itirazlardan ve dünyanın her yerinden yükselen protesto eylemlerinden sonra idam edilmişlerdi.
İdamlarından 7 yıl geçtikten sonra, haklarındaki “Sovyet casusluğu” iddiasının tamamen bir FBI tertibi olduğu ortaya çıkan, işçi ve mühendis kökenli bu iki sosyalist, elektrikli sandalyeye, büyük bir gurur ve idam edenlerin heveslerini kursaklarında bırakan tarihi haklılık duygusu içinde, cellatları şaşırtan bir korkusuzlukla oturmuşlardı.
Melih Cevdet şiirinde, onların suçsuzluğu yanında, yargılamalar boyunca ve elektrikli sandalyeye otururken de sürdürdükleri o “vakur tavrı” dile getiriyordu.
İsmail Cem ise, o gün yayınladığı bu şiirle, idamlarına karşı imza verdiği Deniz’lerin de, idam sehpasına aynı inanç, gurur, tarihi haklılık duygusu ve korkusuzlukla yürümesine gönderme yapıyordu.
Deniz’lerin idamından bu yana 52 yıl geçti. Bu 52 yıl içinde her 19 Haziran ve 06 Mayıs’ta, her Rosenberg’ler ve Deniz-Yusuf-Hüseyin adlarını hatırladığımda Melih Cevdet’in şiiri gelir aklıma.
52 yıl sonra sözü Melih Cevdet’e; Türk şirinin bu büyük ustası ve Türk aydınlanmasının Tevfik Fikret’lerin izindeki tutarlı savunucusuna bırakıyoruz.
ANI
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.