Bu yazıda başka bir dönemde olsa dünyayı sarsacak bu olayın neden görmezden gelindiği üzerine kafa yormaya çalışacağım.
Çığır açan ya da yeni bir dönemi başlatan gelişmelere kimi bölgeler ya da ülkeler liderlik ederken başka bazı bölgeler ya da ülkeler ise bu gelişmeleri çok geriden izleyebiliyor. Tarih boyunca bu hep böyle olagelmiş. Bu bazen yıkıcı politikalardan uzak kalmayı sağlayabiliyor. Sözgelimi neoliberal politikaları 1980’lerde uygulamaya başlayan Güneydoğu Asya ülkeleri 1997 Asya mali krizini yaşadılar ve bundan en çok etkilenen onlar oldu. Hindistan ise kısa süreli bir yavaşlama yaşamış olsa da ekonomisi daralmadan krizi atlattı. Ama geriden takip etmenin de kendine özgü sorunları ve açmazları var.
Hindistan Tarihine Kısa Bir Bakış
Günümüze gelmeden önce Hindistan’ın tarihine kısaca bakarsak neden bir çok durumda dünyanın diğer bölgelerinden farklı gelişmeler içine girdiğini anlamak daha kolay olabilir. Mezopotamya ve Mısır’da beş bin yıl önce devletli uygarlıklar ortaya çıkmışken, Hindistan’da bilinen ilk devlet M.Ö. 1200 yılında, yani neredeyse iki bin yıl sonra ortaya çıkmış. Oysa Hindistan’ın Kuzeybatısında kentleşme ve yazılı uygarlığın ortaya çıkışı aşağı yukarı Mezopotamya’yla aynı dönemde. İndus Vadisi uygarlığı olarak bilinen bu dönemde Mezopotamya’dan çok daha geniş bir alanda, yaklaşık 1500 yerleşim yerinde, tahminen beş milyon insan bu uygarlığı yaratmış (tahminlere göre dünyanın o sıradaki nüfusu 26 milyon civarındaydı). Arkeolojik çalışmalarda ne krallığa ne ordulara ne de savaşlara ilişkin bir ize rastlanmış. Ancak bu devletsiz uygarlık her eve yıkanma ve tuvalet için su sağlamış ve kentlerde kanalizasyon sistemleri kurulmuş (Bunun Roma dönemi kentlerinde bile yoksul mahallelerin sahip olmadığı bir lüks olduğunu belirtebiliriz). İlk cetveli yapan onlar ve evlerini hep standard boyutlarda üretilmiş tuğlalardan yapmışlar. Kent mimarisinde de diğer uygarlıklardan daha ileri bir yetkinlik göstermişler. Yazıları çözülemediği için yönetim sistemini bilmiyoruz, ama hiyerarşik bir yönetimin varlığına ilişkin hiç bir kanıt ortaya çıkmamış. Buradan yola çıkarak göreli olarak eşitlikçi bir ağ yapısı olduğu tahmin ediliyor. Hindistan’ın çok dilli, çok kültürlü yapısı muhtemelen bu tarihsel temele dayanıyor.
İndus Vadisi uygarlığının M.Ö. 1800’den itibaren iklimsel değişim ve nehir yataklarındaki değişiklikler sonucunda çöktüğü tahmin ediliyor. İnsanlar kentleri terk ederek Doğuya doğru göç etmişler. M.Ö. ikinci bin yıl boyunca hayvancılıkla uğraşan Aryanların Hindistan’a göçleriyle yeni bir kültür ortaya çıkmış. Aryanlar zaman içinde kendilerini yönetici sınıf olarak dikte etmişler ve M.Ö. 1200’den itibaren devletler ortaya çıkmış. Bu devletler önce krallık olarak kurulmuş, M.Ö. 600’den itibaren ise yeniden kentleşme artmış ve krallık ya da cumuhuriyetle yönetilen 16 devlet ortaya çıkmış. Bu aynı zamanda Aryanların getirdiği sınıf sistemine karşı çıkan Cainizm ve Budizmin ortaya çıktığı dönem. M.Ö. 322’de kurulan Maurya İmparatorluğu Hindistan’ın neredeyse tümüne yayılmış. M.Ö. 260’dan itibaren İmparator Aşoka barışcı politikalar izlemiş, Budizmi yaymaya çalışmış, bilim ve sanata öncelik verilen bir dönemi başlatmış. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de dünyanın ilk üniversitesi Nalanda’da 5. yüzyılda kurulmuş. Bin yılı aşan bu dönem aynı zamanda Hindistan’ın dünyanın en zengin bölgesi haline geldiği dönem.
12. yüzyıldan başlayarak Hindistan farklı güçlerin işgali ve yönetimi altında yaşamış. Aslında bunlar bugünkü Pakistan’ın Araplar tarafından 711’de işgaliyle başlıyor. Ancak Kuzey Hindistan’da Müslüman Sultanlıklar 12. yüzyıldan itibaren kurulmuş. Daha önce meslek dayanışmasını amaçlayan kast yapılarının, katı bir ayrımcılığa dayanan kast sistemine dönüştürülmesi de bu dönemde gerçekleşmiş. İşgalciler toplum içinde ayrımlar yaratarak bunları kullanmışlar. Kendilerine daha yakın buldukları Hindu dinini desteklerken Budizmi ve Cainizmi yasaklamışlar. 18. yüzyılın ortalarında ise İngiliz sömürge sistemi kurulmuş. Önceki işgal ve yabancı yönetimlerde Hindistan ekonomisi gelişmesini sürdürmüştü, ancak iki yüzyıl süren İngiliz sömürgeciliği tam bir yıkım getirmiş. Özellikle tekstil sektörü ihracat yasakları v.b. yöntemlerle çökertilmiş. Sömürge yönetimi Hindistan ekonomisini başka bölgelerin sömürgeleştirilmesi için kullanmış, askeri operasyonların maliyeti buraya yüklenmiş, bir çok savaşta asker ihtiyacı Hindistan’dan sağlanmış.
Bağımsızlık Sonrası
1700 yılında dünyanın en zengin ülkesiyken, 1947 yılında bağımsızlığını kazanan Hindistan o sırada dünyanın en yoksul ülkelerinden biriydi. Devlet kapitalizmiyle ekonomisini geliştirmeyi amaçlayan ülke, Sovyetler Birliği gibi diğer örneklere göre pek de başarılı olamadı. 1991 yılında özel sektöre ağırlık verme kararı alındı, neyse ki Rusya’da olduğu gibi hızlı bir geçiş ve yıkım süreci yaşanmadı. Yukarıda da belirttiğim gibi bu sayede 1997 Asya krizinden çok fazla etkilenmedi. Yükselen ekonomiler dönemi olarak bilinen 2002-2013 döneminde ise diğer yükselen ekonomiler gibi ülkeye yabancı sermaye akışıyla genelde yüzde 8 civarında bir büyüme gerçekleşti. Ancak bunun büyük ölçüde 1980’lerden başlayarak istisnai bir öngörüyle bilgisayar alanında eğitime ve altyapıya yatırım yapmaları sayesinde olduğunu belirtmekte yarar var. Bu sayede çok geniş, eğitimli işgücü yaratarak, Batılı şirketlerin bilgi işlem alanında dış kaynak kullanımı yatırımlarını en fazla yaptığı ülke haline geldi. Ayrıca resmi dilin İngilizce olması yeni uluslararası çağrı merkezleri için tercih edilen bir ülke olmasını sağladı. Sonuçta yabancı doğrudan yatırımların neredeyse yarısı hizmet, bilgisayar ve iletişim alanlarına yapılmış durumda. Hindistan’da bilgisayar eğitimi almış bir çok kişi ABD’deki şirketlerde üst yönetim de dahil anahtar konumlarda çalışıyor.
Özel sektörün gelişmesine bakacak olursak Hindistan’da kapitalizmin gelişmesinin aynı zamanda kroni kapitalizmin gelişmesine paralel olarak gittiğini görebiliriz. İngiliz sömürge yönetimi kendisine yakın sermaye kesimleriyle sürekliliği olan bir ilişki geliştirerek bunların palazlanmasına yol açmış. Bugünkü Tata, Birla gibi sermaye gruplarınının kökleri o ilişkilere dayanıyor. Bu sermaye grupları daha sonra iktidara gelen partilerle de iyi ilişkiler kurarak güçlerini korumuşlar. Zaten özel yatırımlar önce sömürge yönetiminin, bağımsızlıktan sonra da devletin iznine tâbiydi. Sınırlı kaynakların verimli kullanımı ve bu amaçla merkezi planlamanın gerekliliği gerekçesine dayanan bu izin sistemi, devletin belirli sermaye kesimlerini doğal kaynaklar üzerinde ya da belirli hizmetlerin sağlanmasında tekel konumuna getirmesine yol açmış. Böylece milyarder aileler yaratılmış.
Kroni Kapitalizm
Türkçeye daha çok “ahbap çavuş kapitalizmi” olarak çevrilse de ben bu çevirinin bu olgunun boyutunu açıklamakta yetersiz kaldığını düşünüyorum. Kroni sözcüğü antik Yunan dilinde uzun vadeli arkadaşlık ya da dostluk anlamına geliyor. Mahfi Eğilmez bunu “işadamlarının işlerini, siyasal iktidar ve bürokratlarla olan yakın ilişkilerine dayanarak yürüttüğü sistem” olarak tanımlamış. Ardından “Siyasal iktidarın ve onun talimatı altında bürokrasinin verdiği izinler, ihaleler, teşvikler ve destekler, ahbap çavuş kapitalizminin başlıca alanını oluşturuyor” diyerek devam etmiş (1). Burada yolsuzlukta olduğu gibi bu olayın bir seferlik bir karşılıklı çıkar değil, sürekliliği olan bir çıkar ilişkisine dönüşmüş olması onun yolsuzlukla farkını belirliyor. Başka bir deyişle kroni kapitalizmde sermayeye sağlanan çıkar karşılığında rüşvet alınsın ya da alınmasın asıl olan uzun vadeli ortaklık kurulması. Bir anlamda iktidarın kendisini bu sermaye kesimleriyle bir kader ortaklığı içine sokması; yaptığı düzenlemeler ve çıkardığı yasalarla bu sistemi ayakta tutması belirleyici. Tabii ki bu sermaye kesimleri de iktidarı çeşitli yollarla destekliyor.
Hindistan’da partilerin seçim harcamalarına ilişkin kısıtlamalar, kroni kapitalizm içine girmiş şirketlerin verdiği desteklerle aşılıyor. Öyle ki eyaletlerde içki üreten işadamları kendi çıkarlarını koruyacak düzenlemelere karşılık iktidar partisinin seçim kampanyasında halka içki dağıtmaya kadar işi ileri götürmüş.
2014 seçimlerini kazanarak başbakan olan Narendra Modi’nin kroni kapitalizmle bağlantısı ise Gucarat eyaletinde başbakan olduğu 2002-2014 döneminde başlıyor. Modi’nin politik yaşamı RSS adlı Hindu milliyetçisi aşırı sağcı taban örgütünde başlamış (Gandi’nin katili de bu örgüttendi ve bu yüzden RSS 1948’de bir buçuk yıllık bir süre için yasaklanmıştı). Daha sonra BJP(Hindistan Halk Partisi) içinde aktif görevler almış. Her ne kadar taban örgütü RSS küreselleşme karşıtı olsa da, BJP 1990’lardan bu yana neoliberal politikaları savunuyor. Modi, Gucarat’taki başbakanlığı döneminde bir yandan neoliberal politikalar uygularken bir yandan da belirli şirketlere ayrıcalıklar sağlamış. Gucarat şirketlere arazi sağlamakta, vergi avantajları uygulamakta ve işçi haklarının kısıtlandığı özel ekonomik bölgeler yaratmakta başı çekmiş. Tata grubu Batı Bengal’de verimli tarım arazileri üzerinde otomobil fabrikası kurmaya çalışırken protestolarla karşılaşınca, Modi imdada yetişmiş ve şirkete ayrıcalıklar sağlayarak Gucarat’ta uygun bir arazi vermiş. Günümüzde milyar dolarlık uluslararası yatırımlara girişen Adani grubu 2002 yılında Gucarat’ta ticaretle uğraşan bir firma idi. 2006 yılında Hindistan’ın en büyük kömür ithalatçısı olmuş ve 2008’den itibaren de hem kömür santrallerine hem de uluslasarası kömür madenlerine yatırım yapmaya başlamış. Bu tür hızlı büyümeler büyük ölçüde Hindistan’da neredeyse tümüyle devlete ait olan bankaların, mevcut varlıklarına bakmadan şirketlere kredi sağlamasıyla gerçekleşiyor.
Bir diğer örneği de Wire web sitesi 2017’de yayınladı.(2) Bu habere göre BJP Başkanı Amit Shah’ın oğlu Jai Amitbhai Shah’ın serveti, Modi merkezi hükümetin başına geçtikten sonraki birkaç yıl içinde 16 bine katlandı. Bu hızda büyüme bir devlet kurumundan aldığı cömert krediler sayesinde olmuştu. Paranjoy Guha Thakurta ise National Herald India’daki yazısında başka örnekler de verdikten sonra Modi’nin düzenleyici müdahaleler yoluyla kroni kapitalizmi yeni biçimlerle daha ileriye götürdüğünü yazdı: “Hindistan Telekom Düzenleme Kurumu (TRAI), Reliance Industries Limited’e ayrıcalık sağlayan ve rakiplerini dezavantajlı duruma düşürdüğü düşünülen bir dizi düzenleme yaptı. Uzmanlar ve eski telekom düzenleyicileri, kurumun gümrük tarifelerine karar verirken belirli bir teknolojinin seçimini zorlamak için kullandığı mantığı bile sorguladılar.”(3) Ancak bu tür düzenlemelerin daha önce eyalet düzeyinde görüldüğünü de belirtmekte yarar var.(4) Modi hükümetinin daha önce biyoçeşitliliği korumak için girilmesi yasak olan ormanlarda, Adani grubunun kömür madenleri açmasına olanak veren yasa değişiklikleri yapması da bu kapsamda görülebilir.
Modi Ne Yapmak İstiyor
Modi 2014’teki seçim kapmanyasında izlediği politikalarla Gucarat ekonomisini büyüttüğünü savunarak kendisini öne çıkarmış. Ancak daha önceki dönemlerde de Gucarat’ın ekonomisi hızlı büyüyen eyaletlerden biri olduğu görülüyor. Ayrıca Modi’nin Gucarat’ı yönettiği dönemin aynı zamanda yükselen ekonomiler dönemine denk geldiğini de unutmamak gerek. Öyle görünüyor ki Modi, dünyadaki gelişmelerden bağımsız olarak kendi izlediği politikaların Gucarat’ın büyümesinde etkili olduğu yanılgısı içinde. Nitekim başbakan olduktan sonra neoliberal politikalar izleyerek yabancı sermaye akışını hızlandırmaya çalıştı. 2015’ten bu yana yükselen genel grevler de bu politikalara verilen bir tepki. Bu tepkiler karşısında bazı geri adımlar atsa da Modi neoliberal politikalarda ısrarını sürdürüyor. Ancak Hindistan’a yabancı sermaye yatırımları ulusal gelire oranla artmıyor, aksine 2008’deki doruğun yarısı seviyesinde. Modi bunun dünyadaki ekonomik gelişmelerin doğal sonucu olduğunu algılayamıyor gibi. Ya da Modi ve çevresi kafalarındaki neoliberal dogmalardan kurtulamıyor.
Aslında 1980’lerden itibaren Güneydoğu Asya ülkelerinde izlenen neoliberal politikalar 1997 Asya krizine yol açtıktan sonra 2000’den itibaren kurallı ya da düzenleyici neoliberalizm denilen kısmen revize edilmiş neoliberal politikalar önerildi ve uygulandı. Bunlar düzenleme yapılmış, kontrol altında bir finansal serbestleşmeyi ve gelir eşitsizliğinin çok derinleşmesini engelleyecek düzenlemeleri içeriyor. Türkiye’de de 2001’den itibaren böyle bir neoliberalleşme uygulanmıştı. Bir yandan özelleştirmeler ve işçi hareketini etkisizleştiren taşaronlaştırma gerçekleşirken; diğer yandan Dünya Bankasının desteğiyle işsizlik sigortası uygulanmış, sağlık sigortasının kapsamı genişletilmiş ve geniş bir kesim sosyal yardımlardan yararlanmaya başlamıştı.
Hindistan’da eşitsizliğin derinleşmesini önlemeye yönelik politikalar uzun süredir uygulanıyor. Ancak bunların daha da etkinleştirilmesi gerekirken, Modi hükümete geldiği yıldan başlayarak bu harcamaları düşürmeye başladı. Sağlık harcamaları 2013’te ulusal gelirin yüzde 3.75’i iken yüzde 3.5 civarına düşmüş.(5) Tarım arazilerine el koymayı kolaylaştıran yasalar gibi diğer uygulamalar da gözönüne alınınca Modi’nin kurallı neoliberalizmi bile gözardı ederek dogmatik bir yaklaşım içinde olduğu çok açık.
Belki daha da önemlisi Modi’nin kayıt dışı ekonomiyi küçültmeye yönelik politikaları, yalnız bu kesime değil ekonominin bütününe büyük bir darbe indirmiş. Büyük banknotların geçersiz kılınması bu konuda ilk darbe olurken, 2017’de KDV uygulamasının başlaması ekonomik büyümeyi yavaşlatmış. Kayıtsız bir çok işletme KDV’nin getirdiği zorunlulukları uygulamaktansa ya da bunları yerine getirmedikleri için ceza ödemektense işlerini kapatmayı tercih etmiş.(6) Hindistan’da küçük ve orta işletmelerinin büyük çoğunluğu kayıtsız. Bu düzenlemelerden sonra bir milyona yakın işletmenin kapandığı tahmin ediliyor. Sonuçta 2017–18 mali yılında işgücüne katılım oranı yüzde 34.7’ye düşmüş (daha önce yüzde 42 civarında). Gerçek ücretler ve halkın tüketimi düşmüş, tarım ürünlerine talep azalınca tarımdaki ücretler düşmüş ve bu kırsal kesimdeki yoksulluğu daha da artırmış. İzleyen yıllarda durum daha da kötüleşmiş, bir çok diğer gösterge gibi sanayide kapasite kullanımı 2019’da düşmüş. 24 Mart 2020’de koronavirüsten ötürü kapanma başlamadan ekonomi krize doğru gidiyormuş. Pandemiyle birlikte Hindistan dünyadaki en katı kapanmayı yaşarken, bundan etkilenen yığınlara en az destek veren ülke konumunda. Bu durumun başta göçmen işçiler ve seyyar satıcılar olmak üzere geniş kesimleri içine sürüklediği sefalet, başlı başına ayrı bir yazının konusu olacak boyutta.
Yabancı Sermaye Modi’yi Kurtarabilir mi?
Bu yazıda 2014’ten bu yana izlenen politikalar ve sonuçları konusunda ayrıntılara girmek istemiyorum. Bence daha önemlisi, neoliberalizmin çoktan iflas etmiş olduğu, bir çok ülkenin giderek bu politikalardan uzaklaştığı bir dünyada Hindistan’ın bu yönde ısrarı ne gibi sonuçlara gebe? Modi hükümetinin izlediği politikalarla krize doğru giderken koronavirüs pandemisiyle birlikte yüzde 10.3 küçülmesi beklenen Hindistan ekonomisi Modi’nin beklediği gibi yabancı sermaye akışıyla düze çıkabilir mi?
Her şeyden önce yükselen ekonomiler arasında yer alan Rusya’nın 1990’larda izlediği neoliberal politikaları bırakıp 2000’lerde devlet kapitalizmine geçtiği halde hala kendisine yabancı sermaye çektiğini gözönüne alırsak Modi’nin izlediği politikaların yabancı sermayeyi çekmek için zorunlu olmadığı ortaya çıkar. Ya da bu politikaları ekonomik ya da başka bir rasyonalite ile açıklamak veya gerekçelendirmek mümkün değil. Rusya’da olduğu gibi petrol ve doğalgazı olan bir ülke, diğer ülkelerde gerilerken yabancı yatırımları kendisine çekebiliyor. Ancak Hindistan’in iklim krizi koşullarında kimse için çekici olmayan kömür dışında pek fazla doğal kaynağı yok.
İşçi sınıfının sendikalaşma haklarının geriletilmesi ve is güvencesinin zayıflatılması burjuvazinin çıkarına denilebilir. Ancak Hindistan’da büyük şirketler çoğu ara malı, hiçbir güvencesi olmayan işçilerin çalıştığı kayıtsız işletmelerden satın alarak dolaylı yoldan ucuz işgücünden yararlanıyordu. Kayıtlı işletmelerde çalışan işçiler işçi sınıfının çok küçük bir bölümünü oluşturuyor ve bunların da küçük bir bölümü sendikalı. Dolayısıyla kayıtsız işletmelerin çöküşü uzun vadede muhtemelen buruvazinin çıkarına olmayacak. Üstelik bu politikalar bir çok ürüne talepte öylesine bir çöküş yarattı ki kapasite kullanımının yeniden yükselişe geçmesi çok zor görünüyor.
Öte yanda Doğu Asya ülkeleri yabancı sermayeyi kendilerine çekerek ekonomik büyüme sağladılarsa, bu büyük ölçüde devletin planlı bir şekilde teknoloji transferini ve sermayenin üretici yatırımlara akmasını yönlendirmesiyle oldu. Modi hükümeti ise aksine Planlama Kurulu’nu feshederek devletin yönlendirici rolünü azaltmaya çalışıyor. Sonuçta Hindistan’a yabancı yatırımlar artsa dahi bunlar muhtemelen mevcut işletmeleri satın almaya ya da rant ağırlıklı alanlara yönelecek ve Hindistan’ın uzun vadeli büyümesine hizmet etmeyecek.
Bir de yabancı sermayenin gelebileceği kaynaklara bakmakta yarar var. Bu konuda dünya piyasasını yönlendiren devletlerin başını ABD çekiyor. Trump seçildikten sonra 2017’de vergi “reformu” yaparak bir yandan yüksek gelirlerin vergi oranını düşürdü bir yandan da şirketlerin yurtdışı kazançlarını ABD’ye getirmesini teşvik etti. Bunun sonucunda 2018’de genel olarak dünyada yabancı doğrudan yatırımlar azaldı. Pandemi krizine karşı ABD’de uygulanan teşvik paketinin en büyük bölümü ise finans dışı şirketleri kurtarmaya yönelikti. Bu şekilde 500 milyar dolar, en az 2 buçuk milyar dolar satışı olan ve en az 10 bin kişi istihdam eden şirketleri destek için ayrıldı. Sonuçta ABD’de yatırımlar daha önce belirsizlik içinde olan –hatta bazılarının yeniden kârlı hale gelmesi olanaksız görünen– bu şirketlerin bonolarına yöneldi.(7) Bu örneklerde görüldüğü gibi artık Batılı ülkeler sermayeyi kendi ülkelerinde tutmaya ve kendi ülkelerinde üretimi teşvik etmeye gayret ediyor.
Hindistan’ın Geleceği
1990’lardan bu yana yabancı sermayeyi kendine çekmeyi başaran Çin hızlı bir sanayileşmeyi ve kalkınmayı gerçekleştirdi. Yükselen ekonomiler döneminde bu sermaye akışı en yüksek düzeyine ulaştı. Ancak bu Batılı ülkelerde ekonomik büyümenin yavaşlamasına yol açtı ve bunun farkına varan Batı, artık bu sermaye akışını tersine çevirmeye çalışıyor. Yeri geldiğinde yukarıda belirttiğim gibi batmaya terk edilmesi gereken “zombi” şirketlere sermaye aktarılıyor. Bu koşullarda Hindistan’ın neoliberal politikalarla kendine yabancı yatırım çekmeye çalışması akıntıya karşı kürek çekmek. Aslında Çin kimi sektörlerde üretimi emeğin daha ucuz olduğu Güneydoğu Asya ülkelerine kaydırıyor. Hindistan’ın Çin ile politik ilişkileri iyi olsaydı bu yatırımları kendisine çekebilirdi. Ama Çin ile rekabeti buna engel durumda.
Dolayısıyla Modi’nin çabaları ülkesinin değil kroni kapitalizmin çıkarları doğrultusunda. Nitekim Modi başbakan seçildiğinde özel uçağını onun başkente uçuşu için sunan Adani’nin yükselişi bunun göstergelerinden biri.(8) Modi hükümeti 2018’de havalimanlarını özelleştirmeye karar verince, önce bu alanda deneyimi olmayanlara da teklif sunma olanağı vermişti. Ardından daha önce bu alana girmemiş olan Adani 6 havalimanından hepsini kazandı. Muhtemelen Modi bu sermaye gruplarının desteğiyle iktidarını sürdürmeyi umuyor.
Ancak izlenen tüm bu politikalar Hindistan’a yalnızca daha çok yoksulluk, sefalet ve toplumsal çatışmalar getirecektir. 2015’ten bu yana yükselerek devam eden genel grevler de bunu gösteriyor. Her ne kadar grevler farklı siyasi partilerle bağı olan 10 sendika tarafından örgütleniyor olsa da sendikasız işçiler ve kayıtsız işletmelerde çalışanlar tarafından da destekleniyor. Çünkü onlar da işçi haklarına yapılan saldırıdan kendilerinin de etkilendiğinin farkındalar. Zaten sendikaların talepleri arasında yükselen gıda fiyatlarının kontrol altına alınması, asgari ücretin ve emekli maaşlarının artırılması gibi talepler de var. Çeşitli eyaletlerden gelen çiftçiler ise geçen ayki grev sırasında yürüdükleri başkent Yeni Delhi’de kurdukları kamplarda direnişi hâlâ sürdürüyor.
Bu tabloya bakınca aslında dünya basınının görmezden geldiği yığınsal grevlerin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Kayıtsız kesimdeki işçilerin ve geniş köylü yığınlarının da katıldığı bu direnişler Hindistan’ı çıkmaza sürükleyen Modi’yi durdurmak için tek umut. Umalım ki bu direnişler yükselerek devam etsin ve Hindistan da neoliberal politikaları tarihe gömen ülkelere katılsın. Bu eylemliliğin kroni kapitalizmin sonunu getirip getiremeyeceği ise başlı başına ayrı bir soru. Onu da başka bir yazıya bırakalım.
Reha Alpay
——————————————————-
- https://web.archive.org/web/20161113022307/http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/ahbap-cavus-kapitalizmi.html
- https://thewire.in/business/amit-shah-narendra-modi-jay-shah-bjp
- https://www.nationalheraldindia.com/opinion/crony-capitalism-is-alive-and-kicking
- Bir örnek içki hammaddesi olan bir ürünün içki üreticilerine ucuza mal olmasını sağlamak için eyalet dışına yasaklanması.
- https://www.macrotrends.net/countries/IND/india/healthcare-spending
- https://thewire.in/political-economy/the-modi-sarkars-project-for-indias-informal-economy
- https://newleftreview.org/issues/ii123/articles/robert-brenner-escalating-plunder
- https://www.ft.com/content/474706d6-1243-4f1e-b365-891d4c5d528b