Siyasi Analist Bekir Ağırdır, AKP’nin yaklaşan seçimlerde MHP ile beraber maksimum yüzde 45 yapabileceğini ama yüzde 51’i bulamayacağı yorumunda bulundu.
T24’ten Murat Sabuncu’ya konuşan Ağırdır, “MHP ile beraber baktığımız zaman AK Parti’ye işte 40-42 bandında bunu çok zorlasa bile 45 yapabilir ama 51 yapma ihtimali neredeyse yok. Çünkü o kopan insanlar yani AK Parti dediği 50’lerden hatta bir dönem tek başına 56’lara ulaştığı zamandan bugün 30’lara geldiyse kaybetmemiş değil yarı yarıya neredeyse kaybetmiş durumda” dedi.
Ağırdır söyleşinin ilgili kısmı şöyle:
– Tabii Türkiye için bir de 2023’te yapılacak kritik bir seçim var.
Türkiye için gerçekten çok tarihi kırılmalara gebe bir seçim var. Dolayısıyla bu iktidar sonuç olarak hem cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen bu sistem sayesinde hem uzun süredir süren tarzıyla esas itibariyle siyasi alanı olabildiğine daraltmaya çabalıyor.
Her türlü muhalefetin örgütlenmesine engel olmaya çalışıyor hem işte sansür yasası dediğimiz o dezenformasyon yasasıyla bilginin üretimi denetlemeye çalışıyor. Sadece bilginin yayılmasını da değil bilginin üretimini de denetlemeye çalışıyor ve bu çabaları da devam edecek ve bir yandan da işte bütün bunlara öyle bir siyaset tanımı yapıyor ki… İşte akademisyenler, entellektüel dünya da siyasete dahil olamasın. Ama bahtsızlığımız şurada, 6’lı Masa da esas itibariyle sivil topluma ya da partililerin particilik yapılarının dışındaki bilgiyle, insanla ilişkisiyle onların da sorunlu. Karşılıklı bir güven problematiği var. Yani 6’lı Masa sivil toplum diyebileceğimiz o geniş dünyaya güvenmiyor, bir yandan da beslenme damarları kapalı o geniş dünyanın yeni bilgilerinden, yeni tartışmalarından, yeni insanlarından beslenemediği için bir sıçrama üretemiyor.
Bak hâlâ anketlere geriliyor falan filan ama yine de öz itibariyle AK Parti birinci sırada diyoruz işte. Bunu yaratan şey 6’lı Masa’nın da o güveni, o cıvıltıyı, o neşeyi, o heyecanı, o üretimi, üretim temposunu tutkuyu, heyecanı üretemiyor olması. Bunu da üretememesinin sebebi sivil toplumla gerçek hayatın gerçek problemleriyle meşgul olan insanlarla ilişkisinin zayıf olması. Onun için gerçek problemleri bilmiyorlar.
Yani bir yandan evet her cumartesi günü liderler esnaf dolaşıyorlar ama birisi bile daha bir grevdeki işçilere gitmedi, kuryelerin örgütsüz oldukları için ıstırap çeken kuryelerin herhangi bir eyleminde bulunmadı, Kazdağları’nı herhangi biri ziyaret etmedi…
Dünyayı sadece kendi bildikleri, kendi partilerinin organize ettiği ziyaretlerle keşfedebileceklerini ve kavrayabileceklerini sanıyorlar. Onun için siyasi alanı çoğaltmaktan, siyasi alanda tutkuyu, heyecanı, coşkuyu, örgütlenmeyi yeniden yükseltmekten başka bir yol yok. Onun için yeni bir söz ancak böyle bir geniş siyasetten ve insanların ve hepimizin katılımından üreyebilir. Yoksa senin, benim veya iki anayasa profesörünün oturup bir odaya, yazacağı söz söz değil. Beklenen söz de bu değil ayrıca. Kendilerinin dahil olduğu üretim sürecine, oluşma sürecine, ses çıkarma sürecine kendilerinin dahil olduğu bir söze ihtiyaç var.
– Türkiye son 10 yıldır baskıcı sistem yüzünden konuşmayı unuttuğu için zor oluyor bazı şeyler. Mesela geçen hafta CHP’nin Vizyon Belgesi toplantısı çok tartışıldı. O toplantıya katılan akademisyenler yani ne işi vardı, çok uzundu, akademi gibiydi eleştirilerine maruz kaldı. İşte Rifkin kim ki konuşuldu. Aslında bu da bir arayıştı, bu da farklı bir arayıştı ama arayışın öyle bir eleştirisi oldu ki hani o Hakan Kara’nın, Daron Acemoğlu’nun diğerlerinin anlattıklarından çok, uzundu kısaydı, iyiydi kötüydü, yerliydi yabancıydı, Amerika’daydı Türkiye’deydi buraya sıkıştık kaldık. Siz CHP’nin toplantısını nasıl buldunuz, bu arayışını nasıl gördünüz Bekir Bey?
Arayış doğruydu ama kamuoyuna bu tartışmayı yaratan bir açık da CHP’nin o toplantıyı bir vizyon arama değil vizyonu sunma toplantısı gibi lanse etmesiydi. Yoksa gerçekten benim de samimiyetle önerdiğim şeylerden birisi keşke gelecek cumartesi de diyelim o ekonomiydi bu da gelecek cumartesi de iklim değişikliği konusunda ilgili akademisyenlerin konuştuğu bir toplantı düzenlese CHP. Öbür hafta emeği ya da örgütsüzlüğü sosyal güvencesiz çalışmanın hani prekarya dediğimiz bu yaygınlaşan sosyal güvencesiz çalışmanın problemlerini tartıştığı başka bir kurultay düzenlese.
İhtiyacı olan da bence bu zaten ama oradaki tartışmayı yaratan biraz da vizyon belgesi açıklayacağım, kadroları açıklayacağım dendiği için oldu. Bugünün siyaseti sadece particileri değil aynı zamanda particilik yapısına yaslanmış medyayı da içine çekmiş durumda. O yüzden kimse ya orada da bak hani; Hakan Kara’nın sunumuyla problemi kavradık ya da Daron Acemoğlu’nun sunumuyla evrensel küresel birtakım ekonomik krize dair parametreleri tartıştık, öğrendik diye bakmadı meseleye. Hep bitse de o konuşmalar Kemal Bey bir vizyonu ve vaadini söylese, Merkez Bankası başkanı adayını açıklasa diye beklendiği için de biraz da bu. Ama ben evet samimiyetle şunu doğru buluyorum ki uzun süreden beri de öneriyorum partilere de, iki yıldır partiler ya da hatta bundan sonra seçime kadar ki 6 ayda bile yapabilirler demin dediğim gibi iklim değişikliğinden emeğe, toplumsal cinsiyet meselelerinden işte toplumdaki genel olarak vasata razı olma problemine ya da toplumdaki hukukun üstünlüğüne inancın giderek daha da geriliyor olması gibi problemleri tartışıyor olsalar… İşte asıl ancak öyle olursa yani salondakiler sadece bindirilmiş kıta hani particiliğin tarifiyle konuşursak değil de, sıradan vatandaşların olduğu ve kendi taleplerini de dillendirebildikleri zeminler yaratılsa bence önümüzdeki şu 6 ayda bile 6’lı Masa liderlerin konuşmaları, mitingleri yerine sadece dinleme toplantıları yapsa bile toplumun bütün farklı katmanlarıyla çok daha fazla heyecan ve tutku üretilebilir. Ama böyle bir dilden kuruluyor o zaman da toplum da kendini pasif bir kenara alıyor, izlemeye çalışıyor ya da not vermeye çalışıyor elinde bir check-list o vaat doğruydu bu vizyon eksikliği falan gibi. Bundan kurtarmak lazım siyaseti bu alışkanlıktan.
– Siz seçim sürecini yakından izliyorsunuz ve prensip olarak da çok fazla sayı rakam vermezsiniz hem kişisel olarak hem KONDA olarak. Ama geçen hafta Oksijen’de bir rakam telaffuz ettiniz ve çok konuşuldu. Yani dediniz ki iktidar 40-42 muhalefet 42-44 bandında. Şimdi baktığınız zaman hani tek başına AKP’nin birinci parti gibi gözüktüğü bir yapı var. Arkasından MHP aşağı geldiği için böyle bir noktaya geliyor. Muhalefet bütün çabaya rağmen 42-44. Hem burada bir eksik var işte HDP olursa bir şey değişebilir gözüküyor hem de bu seçimlerin ucu ucuna geçeceği ama tırnak içinde söylüyorum iktidarın elinde devlet aygıtı yer aldığı için belki de bu 2-3 puanı kendi lehine rahat çevirebileceğine dair de bana bir fikir veriyor. Nedir buradaki analiziniz?
Şimdi şöyle, önce şu düzeltmeyi yapmama izin ver. Söylediğim sayılar KONDA’nın bir araştırması değil. Kamuoyunda yayınlanan eğri doğru bakmaksızın bütün araştırmalara bakarak genel bir gözlem.
– Genel bir ortalama verdiniz aslında.
KONDA’da artık icracı görevlerim yok ama yine de bildiğim KONDA hâlâ geleneksel tavrını, ilkesini koruyor ve seçimden önceki açıklama dışında kamuoyunda açıklama yapmıyor. Çünkü şöyle bir tezimiz vardı ve hâlâ da öyle, referans ve güvenilir bilgiye ihtiyacı var kamuoyunun. Eğer meseleyi anketlere indirgeyip, anketçileri bu kadar böyle harcıalem hale getirirseniz yarın referans bilgiye ihtiyacınız olduğunda nereye bakacaksınız? O yüzden bu kadar da böyle hani bir bilimsel yöntemi eğri kullananı var doğru kullananı var ayrı bahis ama bir bilimsel yöntemi de bu kadar kolayca harcamak, sıradanlaştırmak doğru değil diye biz bu tartışmanın dışında kalmaya çalışıyoruz. Ama işin özü şu, evet bugün karşımızda 3 Türkiye var.
Bütün bu söylediğimiz, olması gerekenlere rağmen ortada bir gerçeklik var. O gerçeklik ne? 3 Türkiye var karşımızda. Muhafazakârlar, sekülerler, Kürtler. Evet burada yumuşamalar var, hibrit alanlar, melez alanlar çoğalıyor, birbirine bakışı yumuşuyor, kutuplaşma, yandaş ve aşk ilişkisi bozulmaya başlamış, eksilmiş durumda. Gerçek problemlerin harareti ağırlaştıkça işsizlik gibi geçim derdi gibi, kültürel kimliklerin ürettiği o duygusal ambargolar gevşiyor. Gerçek bir açlık derdi var mesela ya da hayatını sürdürme derdi karşısında o kültürel kimliğin ezberleri çalışmıyor eskisi kadar. Ama yine de hâlâ bir negatif kutuplaşma dediğimiz ya da negatif kimliklenme, duygusal kutuplaşma dediğimiz ortam var. Evet aşk ilişkisi bozuldu ama karşı tarafa olan nefret ilişkisi de bir biçimde hala sürüyor. Onun için her aktör için aslolan şey kendi seçmenindeki aşk ilişkisini güçlendirmekten daha çok belki de nefret eden kesimlerin nefretini söndürmek.
Şimdi buradan bakınca bazı partilerin bazı hamleleri anlaşılabilir. Yani diyelim CHP’nin başörtüsü teklifi çok tartışıldı falan ama sadece bu söylediğim cümleden bakınca bir anlamı da vardı o hamlenin. Yani durup dururken Kemal Bey bir şey icat etmiş değil aslında bir yandan bakınca. Dolayısıyla bugün bu sayılardan ve bu duygusal ilişkinin, duygusal ambargoların sürüyor olmasından dolayı hala iktidar evet geriledi ama bir eşiğe dayandı. Oradan daha geriye gitmiyor. Hâlâ birinci parti sonuç olarak yayınlananların hepsinde.
Sayılar 31 ila 37-38 arasında değişiyor olsa da AK Parti birinci parti hâlâ. CHP de 22 ile 26-27 arasında değişiyor araştırmalara bağlı olarak. Bunun bir sebebi var. O 31’le 37 arasında dediğimiz insanın bir kısmı; gerçekten dindarlıktan ve Müslüman kimliğinden, Sünni kimliğinden ve dindarlığın ya da dini referanslar temelli bir hayatı önemsediği için orada. Ama bir kesimi Tayyip Erdoğan’a olan duygusal ilişkisi güveni için de orada.
Birtakım hataları görmüyor değil görüyor ama Tayyip Erdoğan’a olan güveni hâlâ çok baskın. Bir kesimi az veya çok ama bunların her birisi. Bunların bir kesiminin kazanımlarını kaybetmekten endişesi var. Bir kesimi dindar görünmekle beraber asıl milliyetçi, şoven duyguları çok daha güçlü ve şimdi onun için orada. Bir kesimi uzun bir süre kendini bu ülkede kayba uğradığını varsaymış, mağdur hissediyor ve şimdi Tayyip Bey’le ya da Ak Parti iktidarıyla beraber her şeyi yapabileceği gibi bir cüretkarlık özgüven ve kibir içinde olduğu için orada. Ama sonuçta bir yerde o eşiğe dayandı durdu ve daha geriye henüz gitmiyor.
– Bu gitmeyecek anlamına da geliyor mu?
Hayır, gitmeyecek anlamına gelmiyor. Çünkü gerçek hayatın problemleri hâlâ hayat pahalılığı, işsizlik çok ağır bastığı için de orada bir problemleri var ve eleştirel pozisyonları da var yok değil yani. Öbür tarafın ne yapacağına bakıyorlar ama sonuçta MHP ile beraber baktığımız zaman AK Parti’ye işte 40-42 bandında bunu çok zorlasa bile 45 yapabilir ama 51 yapma ihtimali neredeyse yok. Çünkü o kopan insanlar yani AK Parti dediği 50’lerden hatta bir dönem tek başına 56’lara ulaştığı zamandan bugün 30’lara geldiyse kaybetmemiş değil yarı yarıya neredeyse kaybetmiş durumda. O kaybettiklerini de sadece fevri bir duyguyla kaybetmiş değil.
Biz puan cetveline bakarak takım değiştirmediğimiz gibi parti de değiştirmiyoruz, anketlere bakarak kimse değiştirmiyor. Onun için o kopanların radikal bir itirazları var AK Parti’ye. Kimisi dinin bu kadar siyasete araç edilmesine itiraz ediyor, kimisi bu kadar kutuplaştıran, ötekileştiren, öte muhalifleri bu kadar şeytanlaştıran dile itiraz ediyor, kimisinin gündelik hayat pratikleri değişmiş daha özgürlük, daha dünyevi zevkler ya da dünyevi hayat ritminin içine dahil olmuş onun için de her şeyi böyle dini referanstan ya da ahlakçı bir yerden bakılmasına itiraz ediyor veya gençler gibi babasına, anasına, geleneklere, göreneklere, ataerkil birtakım pratiklere nasıl itiraz ediyorsa devlet ya da Tayyip Bey niye benim hangi internet sitesine gireceğime karışıyor diye itiraz ediyor. O nedenle bu kopanlar öyle bir vaatle EYT vaadiyle, KPSS’yi yeniledik diyerek falan geri dönecek değiller. O nedenle 50’ye ulaşması çok zor görünüyor ama bu tarafta 6’lı Masa’nın ilginç bir özelliği var.
6’lı Masa’da bir sosyal demokrat parti var. İslamcı gelenekten gelen ama daha sonra dünyevileşmiş kesimleri temsil eden Deva, Gelecek gibiler var. Dindarları temsil eden ama dinin bu kadar siyasete araç edilmesine ya da yolsuzluğa itirazı olan Saadet Partisi gibi birisi var. İyi Parti gibi daha geleneksel, daha milliyetçi ya da Atatürkçü değerlere yaslandığını iddia eden sol fikriyatla mesafeli olan ama kentli, metropollü başka bir sosyolojik kümenin partisi var. Dolayısıyla bir bakıma bu 6 partinin bir arada oluşu anlamlı ama eksik yani bakarsan 3 Türkiye analizine geri dönersek üçünü de temsil etmiyor. Kürtler yok orada. Problem orada. Dolayısıyla da bu itirazlardan ve gerçek hayatın sorunlarından iktidarın yorgunluklarından, hatalarından sonuç olarak 6’lı Masa’da işte 42-45 bandında ama AK Parti, MHP ortaklığının 51’e ulaşma şansı zor görünse de 6’lı Masa’nın eğer HDP ile ya da Kürtlerle bir uzlaşma dili yakalayabilirse, HDP ile konuşarak, uzlaşarak, ittifak yaparak, Kürtlerin ihtiyaç ve talepleri üzerinden yeni bir siyaset inşa ederek 55-60’a kadar çıkabilecek de bir potansiyeli var. Çünkü bütün bu tartışmanın, bu sosyolojik analizlerin dışından baktığımızda gidişata memnuniyet ya da gidişattan rahatsızlık diye baktığımızda ama yönetim düzenine ama ekonomik gidişata ama ülkenin etrafındaki risklere, fırsatlara bakarak insanların kanaatlerine, toplumun kanaatlerine baktığımızda toplumun 3’te 2’si iktidarın karşısında ve gidişata itirazı var, 3’te 1’i de iktidarın yanında her şeye karşın.
Demek ki 6’lı Masa’nın ve HDP’nin meselesi nasıl oy alırlar da da bu 3’te 2 potansiyeli bir araya getirecek doğru siyaseti örebilirler meselesi. Ama AK Parti, MHP açısından bakarsak onların böyle bir tercihi yok. Onlar zaten Kürtleri neredeyse gözden çıkarmış durumdalar. Gençleri zaten neredeyse gözden çıkarmış durumdalar. Dolayısıyla diyelim maksimumda 50-51 gibi olan bir maksimum potansiyellerinin ne kadarını gerçek hayata sayıya çevirebilecekleri peşindeler. Halbuki muhalefet 65’lere yakın bir potansiyeli nasıl sayıya ve seçimde bir sonuca çevirebileceğinin yolunu bulmak durumunda. İkisi de aynı potansiyelden başlamıyor. O nedenle 6’lı Masa’ya daha çok odaklanıyoruz. HDP’nin söylediklerine daha yakından bakıyoruz. Çünkü oyunun gidişatını muhalefetin yaptıkları belirleyecek iktidarın yaptıkları değil.