Biz ve onlar… Çağımız insanının aidiyet ve karşıtlık ilişkisi üzerinden sıklıkla duyduğu, önemsediği ve ne yazık ki benimsediği kelimeler. İster siyasette seçmen, ister ekonomide tüketici olsun herkes kutuplaşmayı besleyen, körükleyen, diri tutan her söylemi duymaya açık ve hazır.
Her ne kadar kutuplaşmayı siyaset ile özdeşleştirsek de aslında tüketim tarafında da sıklıkla başvurulan ve sıklıkla sonuç alınabilen bir yol, yöntem. Kutuplaştırma var ise hızlıca yaratılan bir eko çember ve buna dahil olmuş bir kitle de var demektir. Kısa süre içinde bu eko çembere dahil olanlar, sadece bu çemberdeki sesleri duymaya, çember dışına ise kendini kapatmaya başlarlar. Çoğu zaman da farkında olmadan yaparlar bunu. Tüketim alanından vereceğimiz en güçlü örnek; meşhur, yarısı ısırılmış logolu teknoloji markasının yarattığı eko çembere dâhil olan tüketici davranışlarıdır. Kurucusuna hayran olunan bu marka, piyasaya iyi ürünler sürmekle birlikte, çoğu zaman rakiplerine göre inovasyon açısından geriden gelmektedir. Buna karşın bu markanın müşterileri bu durumun farkında olmadığı gibi, tam tersine, yenilik konusunda öncü olduğunu, benzer ürünlerin bu markayı takip ettiğini düşünmektedir. Hapsoldukları eko çember nedeniyle rakiplerin yaptığı birçok yenilikten haberdar değildir.
Bu durumun siyasette karşılığı, benzer hali, az gelişmiş demokrasilerin yarattığı sağ popülist liderlerle yönetilen ülkelerde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkelerdeki sağ popülist liderlerin ortak özelliği, yüksek perdeden nutuklar atmak ve kitleleri “biz” ile “onlar” olarak ikiye bölerek, tercihlerini yönetmektir. Oluşturulan “biz” ayrıcalıklıdır. Kural tanımadan, etik sınırlar umursanmadan “biz” korunur, kollanır. İhale verilir, istihdamda öncelik tanınır, sosyal yardımlar yoluyla bağımlı hale getirilir. Türkiye’de 2002 yılından bu yana, AKP ve liderinin, kutuplaştırma siyasetini dayattığı, çok da başarılı bir şekilde sahneye koyduğu hepimizin malumu. Ülkeyi kesintisiz olarak yirmi yıldır yönettiklerine göre, sonuç aldıkları da ortada. Ekonomide alt sorunların olmasına rağmen radikal bir küçülmenin olmadığı, hayat pahalılığının baskın hale gelmediği seçimlerde AKP hep kutuplaşmadan beslenerek çıktı. Aşağıdaki grafikte seçimlerden bir yıl önceki ekonomik büyüme oranlarını görebilirsiniz.
Tablodan da göreceğiniz üzere, iki ekonomik küçülmenin olduğu yıllarda (2009 ve 2019) AKP’nin oylarında anlamlı bir gerileme görüyoruz. 2019 yılı sonrasındaki süreçte ise, konu ekonomik küçülmenin de ötesine geçip, hayat pahalılığının merkeze oturduğu bir toplumsal sancıya dönüştü. Böylesine bir iklimde ölçümler bize göstermektedir ki; AKP ve lideri artık “biz” diye cümleye başladığında onun “biz”ine dahil olanlar artmadığı gibi, Erdoğan’ın “onlar” diye tarif ettiği kitleye katılım artmaktadır.
Bir süredir, özellikle kutuplaşmanın boyutunu ve kime ne tür bir etki yarattığını anlamak için belirli periyotlarla mecliste grubu bulunan partiler için tüm seçmene oy verip vermeme tercihini soruyoruz. Sonuçlara baktığımızda, “oy vermem/asla oy vermem” ifadeleri ile ölçtüğümüz karşıtlığın en düşük olduğu parti CHP’dir. Çoğumuz için şaşırtıcı gelebilecek bu sonucu CHP açısından ciddi bir başarı olarak gördüğümü belirtmek isterim. Çünkü Türkiye siyasal tarihi çok büyük oranda CHP ve sağ partilerin CHP’ye karşı yürüttüğü mücadeleden oluşur. Sağın, karşısında tek hedef olarak gördüğü ve mücadele ettiği CHP, 100. yılına giderken en düşük seçmen karşıtlığına sahiptir. Bunun ne kadar önemli bir başarı olduğunu, henüz 2017 yılında kurulan İYİ Parti’nin CHP’den yüzde 4,6 daha fazla seçmen karşıtlığına sahip olmasından da anlayabiliriz. AKP için durum nedir diye baktığımızda ise HDP’den sonraki ikinci ya da üçüncü en yüksek karşıtlığa sahip parti olduğunu görmekteyiz. (AKP üçüncü olduğunda ikinci olan MHP oluyor.) MHP ve AKP neredeyse bire bir aynı karşıtlık oranına sahip iki ortak. Aşağıdaki tablolar yakın geçmişten bugüne AKP ve CHP’nin karşıtlık oranını bize göstermektedir.
Özellikle kur şokları ile birlikte geçtiğimiz aralık ayında AKP karşıtlığında anlamlı bir artışın olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Tablodan gördüğünüz üzere asgari ücret zammının, KKM’nin (Kur Korumalı Mevduat sisteminin) devreye girmesi ile birlikte önceki artışa benzer bir oranda düşüş olsa da yeniden yükselme trendinin başladığı anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki tablodan da görebileceğiniz üzere AKP ile CHP arasında anlamlı oranda karşıtlık farkı var. Bana göre bu farkı yaratan en önemli unsur, kriz döneminde AKP’nin eski ezberden yola çıkarak aşırılaşan siyaseti ile kutuplaştırmayı beslemeye çalışan tutumuna karşı, CHP’nin aynı aşırılık ile cevap vermek yerine karşısına koyduğu “makul” olanı temsil eden kapsayıcı siyaseti. Türkiye toplumunun ister sağda ister solda olsun aşırı olana karşı hep bir mesafesi var. Genel olarak uçlar yerine merkezde konumlanan siyaseti tercih ediyor. Özellikle MHP ittifakı ile birlikte net olarak aşırı siyaseti tercih eden AKP, bu tercihine seçmenini ikna etmeyi başaramadı. Aşağıdaki tablodan sonuçlarını görebileceğiniz üzere deneklere bir sağ/sol cetveli gösterdik ve aşırı sol ile aşırı sağ arasında kalan alanda kendilerini nerede gördüğünü işaretlemesini rica ettik. Onların yaptıkları işaretlemeler üzerinden her partinin tabanının ortalamasını aldık. Birlikte inceleyelim.
Bana göre en dikkat çekici sonuçlardan biri İYİ Parti seçmeni. Ortalamasını aldığımızda tam merkeze denk gelmektedir. Bu sonucun İYİ Parti’deki son dönem görev değişikliğine dair tartışmalara da bir katkı vereceğine inanıyorum. Buradan seçmen genelinin yanıtlarına geçtiğimizde, tüm parti tabanlarının kendilerini ağırlıklı olarak merkezin hemen sağına veya soluna yerleştirdiğini anlamaktayız. Gördüğünüz üzere aşırıya dair bir ilgi yok. Peki yine tüm seçmenlere AKP’yi nerede gördüğünü sorduğumuzda sonuç ne çıkıyor? İnceleyelim.
Gördüğünüz üzere AKP’de çok ilginç bir durum var. AKP ve MHP seçmeni AKP’yi merkeze yakın görürken CHP, İYİ Parti ve HDP seçmeni AKP’yi uç ile aşırı sayabileceğimiz bir noktada görmektedir. Yazının başındaki eko çemberde yaşama, dışarının sesini duyamama halini burada bir kez daha anımsatmak isterim. Aynı şekilde tüm deneklere CHP’yi nerede gördüğünü sorduk.
Sonuçlardan da anlaşıldığı üzere, tüm parti tabanlarında CHP’yi görece daha merkeze yakın görme eğilimi mevcut. Aynı analizi diğer partiler için de yaptık fakat yazının daha fazla uzamaması için paylaşamıyorum.
Yazının da konusunu oluşturması nedeniyle bu hafta kutuplaştırmaya iyi örnek oluşturabilecek bir açıklamanın seçmende nasıl karşılık bulduğuna dair sonuçları sizinle paylaşmak isterim. Erdoğan’ın bu hafta yaptığı açıklamanın videosunu deneklere izlettik.
Gördüğünüz üzere biz ve onlar siyasetinde “onlar”ı güçlü bir biçimde hedef alan bir açıklama. Özellikle AKP ve MHP tabanının farkındalığını artıracak birçok anahtar kelime bu konuşmada geçiyor. Açıkçası ölçmesek Erdoğan’ın tabanını bu konuşma ile güçlü bir şekilde yakaladığını düşünürdüm. Sonuçlar ise bu konuda yanıldığımı gösteriyor. Birlikte bakalım.
Cumhur İttifakı tabanı açısından baktığımızda güçlü sayabileceğimiz bu açıklamaya seçmenin katılımı aynı oranda güçlü değil. Katıldığını ifade edenlerin oranı yüzde 34,2. Bu oran AKP seçmeninde yüzde 61,9’da ve MHP seçmeninde yüzde 52,9’da kalmaktadır. Başka liderlerin açıklamalarının kendi tabanlarında yüzde 90 gibi bir oranla destek bulduğunu hesaba katarsak, Erdoğan’ın açıklamalarının kendi tabanında ne kadar zayıf bir karşılık bulduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Erdoğan’ın bu açıklamalarının iki önemli nedeni var; İlki kendi tabanını konsolide etmek, ikincisi muhalif bloğa kaptırdığı seçmeni, muhalif bloğu itibarsızlaştırarak tekrar kazanmak. Oysa sonuçlar hem kendi tabanını konsolide edemediğini, hem de muhalif bloğa kaptırdığı seçmeni döndüremediğini gösteriyor. Özetle; kutuplaştırma bu kez AKP’ye kazandırmadığı gibi kaybettiriyor. Aşırılaşan siyasetin bizlere psikolojik yükü büyük fakat bu siyasetin sahiplerine siyasal maliyeti daha büyük. Ülkenin geldiği yer itibariyle biz sosyal demokratlara düşen önemli bir görev var; aşırıya karşı makul olanda inat ve ısrar etmek. Ötekileştirene, yoksulluğu dahi yönetmeye çalışana karşı kapsayıcı olan, yoksulluğu yok etmeyi önceleyen, insanı merkeze alan bir kalkınma programından başka bir şeye zihnimizde yer açmamak.