Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Mart sonunda yaptığı bir açıklamaya göre dünyadaki mevcut aşı dozlarının yüzde 76’sı toplam 10 ülke tarafından kullanılmakta. DSÖ tarafından yapılan bir diğer açıklamada da “2.5 milyar nüfusu olan yaklaşık 130 ülkede, henüz tek bir doz (Covid-19 aşısı) uygulanmadı” denildi.
Almanya Kalkınma Bakanı Gerd Müller DSÖ’ye yaptığı ziyaretteki konuşmasında koronavirüsün yalnızca sağlığı etkilemekle kalmadığına aynı zamanda ekonomik krizi daha da derinleştirip yoksulluğu arttırdığına işaret etti. Salgın nedeniyle yaşanan kısıtlamalardan dolayı Afrika’ya verem ve sıtma aşılarının ulaşamadığını söyleyen Müller, “Sadece Afrika’da bu yıl ek olarak yaklaşık iki milyon kişinin ölmesi bekleniyor. Bunun yanı sıra Afrika kıtasında işini kaybeden ya da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olanların sayısı yaklaşık 300 milyon” dedi.
Aşı dağılımındaki adaletsiz tablo, Aralık 2020’de, zengin ülkelerin aşı stoklamasıyla başlamıştı. Aralık ayında aşıları için onay almış 4 şirket 2021 boyunca dünya nüfusunun 4’te 3’üne yetecek kadar aşı üretebileceğini açıklamıştı. Ancak aynı açıklamada az sayıda zengin ülkenin bu aşıların yarısını satın aldığı da paylaşılmıştı.
Aşı siparişlerinde en çok eleştirilen ülke her bir Kanadalıyı 5 kez aşılamaya yetecek kadar aşı sipariş eden Kanada olmuştu.
ABD’deki Duke Küresel Sağlık İnovasyon Merkezi’ne göre düşük gelirli ülkelerde yaşayanların ise aşı için 2023 veya 2024’ü beklemesi gerekebilir.
Aşı üretim kapasitesine sahip olmayan Peru gibi bazı ülkeler, toplumlarında aşı deneyi yapılmasına izin vererek aşı sözleşmesi imzalayabildi.
Şu ana kadar Dünya genelinde en çok aşı yapılan ülkelerin nüfusa göre aşılama oranı sıralandığında ilk 10’da yer alan ülkeler sırasıyla: İsrail(%61), İngiltere(%48), Şili(%40), Amerika Birleşik Devletleri(%36), Birleşik Arap Emirlikleri(%35), Kanada(%24), İspanya(%20), Almanya(%20), Fransa(%18) ve İtalya(%18).
AB üyesi ülkeler ve ABD, Kanada gibi zengin ülkeler Moderna, Oxford/AstraZeneca ve Pfizer/Biontech firmalarının aşı üretim kapasitelerinin büyük kısmını erkenden yaptıkları anlaşmalarla satın aldıkları için dünyanın büyük çoğunluğunda riskli grupları dahi aşılayamama endişesi doğmuştu. Bu noktada Rusya’da üretilen Sputnik V ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde üretilen Sinopharm ile Sinovac aşıları yoksul ülkeler için önemli bir olanak sunmuştu. Hükümetler Çin ve Rusya ile aşı anlaşmaları yaparken birçok ülkede Çin ve Rusya aşılarının güvenilir olup olmadığı uzun bir süre tartışıldı. DSÖ’nün kullanım onayı vermesinin ardından farklı ülkelerden gelen aşının yeterli etkililik oranına sahip olduğu bilgileri kamuoyunu önemli ölçüde rahatlattı.
Çin ve Rusya aşılarına yönelik kuşkular büyük oranda aşılmış olsa da bugüne kadar var olan güvensizlik nedeniyle aşı olmamakta direnen birçok kişi salgınla mücadelede işleri zorlaştırmış oldu.
Çeşitli ülkelerde var olan Çin ve Rusya aşılarına yönelik kuşkular, Batı merkezli medyanın bu ülkelerdeki kamuoyunu etkileme gücünün ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Çünkü Batı merkezli bir çok uluslararası medya kuruluşu pandeminin başından beri Çin’i salgının yayılmasından sorumlu tutan haberler yaptılar. Dahası Çin’in salgına karşı geliştirdiği ilaç ve aşıları açıkça güvenilmez ilan eden manşetler attılar.
Avrupa’nın önde gelen uluslararası haber kanallarından birisi olan Euronews, habercilik anlayışını “önyargı ve öfke ticareti yapmıyoruz” cümlesiyle tanımlıyor. Ancak bu “önyargısızlık” ilkesinin Çin’de üretilen aşılar söz konusu olduğunda rafa kaldırılmış olduğu gözüküyor.
Euronews, Aralık 2020’de yaptığı “Geçmişi aşı skandallarıyla dolu Çinli firmaların ürettiği Covid-19 aşıları etkili olacak mı?” Başlıklı haberiyle, Çin aşısını kullanan toplumların endişeli olması gerektiğini söylüyor. Henüz yaygın aşılama yapılmamış ve olumsuz bir yan etki gözlenmemiş olan Çin aşılarına yönelik bu “önyargılı” haber, aşıyla ilgili kuşkuları besleyen spekülatif haberlerden yalnızca bir tanesi.
Alman medya kuruluşu Deutsche Welle’de yapılan 7 Ocak tarihli bir haber “Türkiye’de Çin aşısıyla ilgili endişe” başlığını taşıyor. Aslında aşı üretim ve deney süreçlerinde neler yaşandığını bilmeyen birçok insanın Çin aşısından endişe duyması sağlanmış oluyor.
Halbuki Çin merkezli üretilen aşılar değil İngiltere’de üretilen ve kullanılan Astrazeneca ve ABD’de üretilip kullanılan Johnson & Johnson aşısı kanda pıhtılaşmaya yol açtıkları gerekçesiyle çokça tartışıldı.
Johnson&Johnson aşısının kanda pıhtılaşma yaratmak gibi bir yan etkisinin olduğu anlaşılınca ABD’de, 13 nisanda kullanımına ara verilmişti. ABD Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi geçtiğimiz günlerde 4’e karşı 10 oyla aşının kullanımına devam edilmesi kararı aldı. Kararın gerekçesi aşının faydalarının risklerinden daha fazla olması. Ancak kurulun bu kararı 4’e karşı 10 oyla almış olması kuşkuları gidermeye yetmediği gibi yeni soru işaretleri doğurdu. Bilimsel bir konuda verilecek kararın salt çoğunlukla yapılıyor olması eleştirilirken “Ya ret kararı alan 4 bilim insanı daha güvenilirse?” sorusu akıllarda kaldı.
İngiltere’de üretilen ve Avrupa ülkelerinde kitlesel bir biçimde uygulanan AstraZeneca aşısında da benzer bir yan etki görülmesinin ardından birçok Avrupa ülkesi aşılamayı durdurma kararı almıştı. Mart ayında Almanya, İtalya ve Fransa gibi ülkelerce art arda alınan aşılamanın durdurulması kararına karşılık İngiltere başbakanı Boris Johnson, aşıda bir problem olmadığını ve herkesi aşı olmaya davet ettiğini açıklamıştı. Birçok Avrupa ülkesi AstraZeneca aşısıyla ilgili son verileri değerlendirip karar açıklayacak olan Avrupa İlaç Ajansı’nın açıklamasını beklerken İngiltere, nüfusunu aşılamaya devam etmişti. Bu tartışmalar sürerken sadece Avrupa’da 17 milyondan fazla kişi söz konusu aşının en azından bir dozunu kullanmıştı.
İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin 15 Mart 2021 tarihli haberinin okurları ikna etmeyi amaçladığı şey; “kanda pıhtılaşma ile AstraZeneca aşısının bir ilişkisi olmadığı” argümanıydı. Ancak demeç veren uzmanlar yanılmış olacak ki aynı BBC, 7 Nisan’da “İngiltere’de aşının çocuklar üzerinde denenmesi durduruldu” haberini yapmak zorunda kaldı. Mart ayında aşı ile kanda pıhtılaşmanın bir ilişkisi yok” açıklaması yapan İngiltere’de yetkililerin Nisan ayında bu konuyu araştırmaya devam ettiği anlaşıldı. Bütün bu süreç boyunca aşılama çalışmaları devam ettirilmişti.
Batı medyasının manipülatif haberlerine bir diğer örnek, ABD federal hükümeti tarafından finanse edilen ve uluslararası yayın yapan Amerika’nın Sesi(VoA) portalında 9 Mart 2021 yılında yayınlanan “Çin Aşıları Kaygılara Rağmen Dağıtımda” başlıklı haber.
Haberi okuduğunuzda kaygılanmak için (Johnson&Johnson aşısında olduğu gibi) somut bir gerekçe bulmakta zorlanıyorsunuz. Bunun sebebi haberin algılar üzerine oluşturulmuş olması ve tamamen aşı meselesinin siyasi boyutuna işaret etmesi.
Habere göre dünya üzerindeki 45 ülkenin Çin aşısı kullanmak için anlaşma yapmış olması Çin’in aşı diplomasinin özel bir başarısı. Haberde “Çin malı” ifadesi kullanılarak itibarsızlaştırılmaya çalışılan Çin merkezli üretilen aşıları bu kadar ülkenin kullanıyor olmasının başka bir açıklaması olamaz(!).
Habere göre, Çin’in kendi nüfusuna uyguladığı aşının 10 katını yurtdışına ihraç etmesinin ve 53 ülkeye “kamu yararı” gözeterek ücretsiz aşı göndermesinin arkasında salgın döneminde kötüleşen imajını kurtarma çabası yatıyor.
Halbuki Çin, salgın yönetimini en başarılı şekilde sürdüren ülkelerden birisi. ABD’de koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 560 binin üzerindeyken Çin’de toplam can kaybı 4636’da kaldı. Son 24 saatte Çin’de kaydedilen vaka sayısı 21, ABD’de ise 63 bin 736. Veriler, imajını kurtarması gerekenin kim olduğunu ortaya koyuyor.
Çin’den yapılan açıklamaya göre ülkedeki sağlık çalışanlarının yüzde 80’i aşılandı ve temmuza kadar ülke nüfusunun yüzde 40’ının aşılanması hedefleniyor. Şu ana kadar yapılan aşılamalar sonucu nüfusunun yüzde 12’si aşılanmış durumda. Çinli yetkililer nüfusa göre aşılama oranlarının %12 olmasına rağmen salgını kontrol etmiş olmalarını ülke genelinde aldıkları kapsamlı önlemlere bağlıyorlar.
Diğer yandan Çinli şirketler geliştirdikleri aşı teknolojisini 10 farklı ülkeyle paylaşma ve o ülkelerde aşı üretimine başlama noktasında önemli adımlar attılar. Bu sayede aşı üretim kapasitesi konusunda önemli bir kısıtın aşılacağı öngörülüyor.
AŞIDA PATENTİN KALDIRILMASI TALEBİ
Aşı üretimindeki kapasitenin düşüklüğü ve yoksul ülkelerde riskli nüfusun dahi aşıya ulaşamaması gibi nedenlerle aşı şirketlerinin sahip olduğu “fikri mülkiyet hakkı”nın kaldırılması talebi kamuoyunda daha çok destekçi bulmaya başladı.
Aşı şirketlerinin sahip olduğu “fikri mülkiyet hakkı” nedeniyle birçok ülke, teknolojik ve bilimsel donanıma sahip olmasına rağmen aşı üretimi gerçekleştiremiyor. Aşı geliştiren şirketler ticari bir konu olan “fikri mülkiyet hakkı” nedeniyle aşı üretimiyle ilgili bilimsel verileri diğer ülkelerin bilim insanlarıyla paylaşmıyorlar.
Güney Afrika ve Hindistan somut bir adım atarak konuyu Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantısında gündeme getirmişti ve aşıda patentin kaldırılması teklifini sunmuştu. Gelişmekte olan ülkeler tarafından destek gören bu teklif, büyük ilaç endüstrisine sahip ABD, İngiltere ve İsviçre gibi gelişmiş ülkelerin reddetmesi nedeniyle kabul edilmemişti.
Türkiye Komünist Partisi’nin girişimleriyle 13 ülkenin komünist partileri tarafından konuyla ilgili yapılan çağrıda; ilk aşının vurulduğu günden bu yana dünya nüfusunun yalnızca %2.16’sının aşılanabildiği hatırlatıldı. “Fikri mülkiyet hakkı”nın ticari kaygılar nedeniyle yaygın bağışıklık sağlanmasına engel olan bir uygulama olduğu vurgulandı. Aşı üretme çalışmalarının kamusal fonlarla ve binlerce bilim insanının emeğiyle gerçekleştirildiğini ancak ilaç tekellerinin nihai ürüne “fikri mülkiyet hakkı” nedeniyle el koyduğu belirtildi. Bu sebeplere dayanarak aşıda patentin kaldırılması ve bilimsel verilerin tüm dünya ile paylaşılması çağrısı yapıldı.
Yön Haber