Dünya büyük bir dönüşümün eşiğinde. Yapay zekâ (YZ), yalnızca teknoloji dünyasında değil, ekonomiden siyasete, toplumsal dinamiklerden kültürel değişimlere kadar her alanda kendini hissettiriyor. Öyle ki yapay zekâ devrimi birçok teknoloji lideri tarafından Yeni Rönesans (1) olarak tanımlanıyor. Çünkü nasıl ki Rönesans, Avrupa’yı bilimde, sanatta ve düşüncede ileri taşıdıysa, yapay zekâ da günümüz dünyasını işte öyle şekillendiriyor. Ancak bu kez fark şu: Yapay zekâ, stratejik bir güç unsuru olarak çok daha yaygın ve etkin.
Yeni ekonominin yakıtı
Dijital dönüşüm, Sanayi Devrimi’ni geride bırakacak kadar hızlı ilerliyor. Yapay zekâ; üretimden lojistiğe, sağlık hizmetlerinden finans sektörüne kadar her alanda verimliliği artırıyor, maliyetleri düşürüyor ve yeni iş modelleri yaratıyor. Araştırmalara göre her 1 dolarlık yapay zekâ yatırımı 5 dolarlık değer üretiyor. Bütün bu çerçevede küresel ekonomi, artık yapay zekâ tarafından yönlendirilen bir inovasyon ekosistemi içinde şekilleniyor. ABD ve Çin, bu dönüşümün liderliğini üstlenirken, Avrupa Birliği ise dijital egemenlik stratejileri geliştirerek bu yarıştan kopmamaya çalışıyor.
Türkiye’nin burada konumlanacağı yer büyük önem taşıyor. Yapay zekâya yatırım yapan ülkeler, küresel rekabet avantajı elde ederken, bu alanda geri kalanlar yeni dünya düzeninde yalnızca tüketici pozisyonunda kalmaya mahkûm olacak. Oysa Türkiye, genç ve dinamik nüfusu, girişimcilik potansiyeli ve bölgesel stratejik konumu sayesinde bu yarışta öne çıkabilir. Yeter ki doğru bir yol haritası oluşturulsun.
Otoriterleşme gölgesinde kaybolan gelecek
Ülkemizde maalesef iktidar gücünü elinde bulunduran yönetim, dünyadaki bu rönesansın farkında olmadığı gibi, yasakçı ve baskıcı tutumlarıyla ülkemizi geleceğe taşımak yerine geçmişin karanlık dehlizlerine taşıma gayreti içinde.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin özellikle 2011 yılından itibaren giderek artan bir şekilde otoriter bir rejime evrilmesi, Türkiye’yi küresel ölçekte yaşanan demokratikleşme ve dönüşüm süreçlerinden uzaklaştırmakta.
Kaynak ve hizmet dağıtımında partizan yaklaşımlar ve ideolojik tercihlerle hareket edilmesi, siyasi meşruiyetini rekabetçi seçimler aracılığıyla kazanan otoriter yönetimlerin karakteristiğidir. Bu tür rejimlerde elde edilen meşruiyet ile dış destek ve normalleşme süreçleri, yönetimin giderek daha kapalı ve baskıcı bir yapıya evrilmesine neden olmakta. Bununla birlikte dönüşüm sürecinde akademi ve medya üzerindeki baskılar artmakta, toplumun gündeminde yer alması gereken bilimsel, toplumsal ve teknolojik konular tamamen yok sayılmaktadır.
Rekabetçi otoriter rejimlerde kısa vadeli teknoloji atılımları — özellikle savunma sanayii gibi alanlarda — gözlemlenebilse de, uzun vadede özgür düşüncenin, eleştirel yaklaşımın ve yaratıcılığın baskı altına alınması, inovasyonun sürdürülebilirliğini olumsuz etkilemektedir. Bilimsel üretim, keşfetme ve geliştirme motivasyonundan uzaklaştırılarak, daha çok kontrol mekanizmalarının ve iktidarın tahakküm araçlarının bir parçası haline getirildiğinde, bu durum ülkenin uzun vadeli kalkınma ve gelişme hedeflerini ciddi biçimde riske atmaktadır.
Bugün gelinen noktada, AKP yönetiminin tipik bir rekabetçi otoriter rejim (2) niteliği taşıdığı söylenebilir. Bu yapı içerisinde, özgür bilgiye erişim sistematik olarak sınırlandırılmakta, halkın bilgiye ulaşımı zorlaştırılmakta ve resmi söylem tek doğru bilgi biçimi olarak sunulmaktadır. Akademik kurumlar, toplumsal refaha katkı sunma amacından uzaklaştırılarak, rejimin çıkarları doğrultusunda faaliyet göstermeye zorlanmakta; inovasyon ise büyük ölçüde rejimi tahkim etmeye yönelik askeri ve istihbarat temelli uygulamalara hizmet eden bir araç haline dönüşmektedir.
İşte bu ahval ve şerait içinde Mustafa Kemal Atatürk’ün de hedef gösterdiği ‘Muasır Medeniyetler Seviyesi’ne ulaşmak için ülkemizin kurucu partisi CHP’ye yine büyük sorumluluk düşüyor. CHP, 19 Mart Sivil Darbe Süreci ile başlayan direnişin de gösterdiği üzere, gençlere “umut” olmak için bu sorumluluğu yerine getirmeli ve bir gelecek vizyonu çizmeli. Bu vizyonun en önemli ayaklarından biri de Yeni Rönesans Yapay Zekâ olmalı. CHP’nin geçmişte eğitim, sanayi ve teknoloji politikalarındaki öncü rolü düşünüldüğünde, yapay zekânın Türkiye için bir sıçrama tahtası olması yönünde de ciddi bir strateji geliştirmesi elzemdir.
Dijital çağın liderleri arasında yer almak
Yapay zekâ devrimi, Türkiye için büyük bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı değerlendirmek, yalnızca teknoloji geliştirmekle değil, aynı zamanda bu teknolojinin ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürülmesiyle mümkündür. Türkiye, dijital çağın pasif bir izleyicisi değil, aktif bir oyuncusu olmalıdır. CHP ilerici ve vizyoner bir tutum sergileyerek, Türkiye’yi yapay zekâ çağının öncülerinden biri haline getirebilir. Bu, sadece bir teknoloji meselesi değil; aynı zamanda bir ekonomik güç, toplumsal kalkınma ve ulusal bağımsızlık meselesidir.
Bugün yapay zekâya yatırım yapanlar, yarının süper güçleri olacak. Türkiye bu yarışta yer almak zorunda. Aksi takdirde, teknoloji üretenler ile teknolojiye bağımlı olanlar arasındaki makas her geçen gün daha da açılacak
Emek kavramı değişiyor
YZ klasik üretim sistemlerini ve emek kavramını da değiştiriyor. Sanayi devrimlerinde insan emeği üzerinden oluşturulan ekonomik değer, artık makineler ve YZ tarafından üretilmeye başladı. Emek-değer ilişkisi köklü bir değişime uğruyor. Yeni üretim düzeninde, bilgi işlem gücü ve inovasyon hızı, ekonomik üstünlüğün belirleyici faktörleri haline geliyor.
Artık mesele sadece kimin daha fazla bilgi işlem gücüne sahip olduğu değil, kimin daha hızlı ve etkili inovasyon yapabildiği ile ilgili. Bu noktada, devletlerin ve toplumların YZ yatırımlarına yön vermesi kritik bir stratejik gereklilik haline geliyor.
Sanayi Devrimi’nden bu yana gelişen kapitalist üretim biçimi, YZ devrimi ile sürdürülemez hale geliyor. Küresel şirketlerin devasa ekonomik gücü, artık bireylerin ve devletlerin kontrol edemediği bir yapıya evrildi. Dev teknoloji firmaları, devletlerden daha fazla ekonomik güce sahip olabilecek noktaya geldi. Dijital kapitalizmin yükselişi, gelir eşitsizliğini artırırken, YZ’nin üretim süreçlerine entegrasyonu, istihdamın geleceğiyle ilgili büyük soru işaretleri doğuruyor.
Mevcut neoliberal politikaların sürdürülemez olduğu açık. Ekonomik sistemler, daha adil ve eşitlikçi bir yapıya evrilecek mi, yoksa YZ’nin sunduğu ekonomik avantajlar yalnızca büyük şirketler ve sermaye sahipleri için mi kullanılacak? Bu sorular, tüm dünya toplumlarının önünde duruyor.
Teknolojik egemenlik nasıl sağlanacak?
Yapay zekânın geleceği iki farklı senaryo üzerinden şekilleniyor Buna göre;
Teknoliberteryenlerin liderliğinde bir gelecek: Büyük teknoloji şirketleri ve küresel sermaye, YZ’nin kontrolünü elinde tutarak ekonomik ve politik düzeni belirlemeye devam edebilir. Teknoloji tekelleri, devletlerle iş birliği yaparak toplumların dijitalleşmesini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilir.
Açık kaynak ve katılımcı yapay zekâ modeli: Toplumlar, merkezi olmayan ve açık kaynaklı YZ sistemleri geliştirerek teknolojinin demokratikleşmesini sağlayabilir. DeepSeek gibi açık kaynak modelleri, inovasyonu toplumun farklı kesimlerine yayabilir ve güç dengelerini değiştirebilir.
Toplumun ortak iradesine önem vermeliyiz
Yapay zekânın etik, sosyolojik, ekonomik ve politik etkileri üzerine düşünmek ve toplumun geleceğini şekillendirmek için harekete geçmek zorundayız. Teknolojinin insana hizmet ettiği bir düzen mi inşa edeceğiz, yoksa teknolojinin insanı yönettiği bir sistemde mi yaşayacağız? Bu karar, sadece teknoloji üreticilerinin değil, toplumun tamamının ortak iradesiyle alınmalıdır.
İnsan yaratıcılığını, yapay zekânın problem çözme gücüyle birleştirelim. Geleceği, toplumun tüm kesimleriyle birlikte inşa edelim. Yeni dünya düzeni şekillenirken, karar alma süreçlerine katılmak ve teknolojiye yön vermek, hepimizin sorumluluğudur.
Nasıl bir strateji uygulanmalı?
1- Üniversitelerde YZ ile ilgili bölümler artırılmalı, disiplinler arası çalışmalar desteklenmeli ve gençlerin bu alana yönlendirilmesi teşvik edilmelidir.
2-Özel sektör ve kamu iş birliği ile YZ alanında büyük çaplı yatırımlar yapılmalı, start-up ekosistemi desteklenmelidir.
3-YZ kullanımında etik kurallar belirlenmeli, toplum yararını gözeten bir dijital dönüşüm modeli oluşturulmalıdır.
4- YZ, devlet politikalarının merkezine alınmalı, bu alanda çalışan firmalar teşvik edilmeli ve küresel pazarlara açılmaları sağlanmalıdır.
5- YZ yalnızca yazılım alanında değil, sanayinin her kolunda kullanılmalı, özellikle savunma sanayi, otomotiv, tarım ve sağlık sektörlerinde büyük projeler hayata geçirilmelidir.
6-Kamu destekli açık kaynak YZ projeleri, küçük girişimlerin ve akademik kurumların inovasyon yapması teşvik edilmeli.
7-Büyük teknoloji şirketlerinin YZ gelirlerinden adil bir şekilde vergilendirilmesi ve bu kaynakların toplumsal fayda için kullanılması sağlanmalı.
8-YZ için gerekli olan büyük veri setlerinin, özel şirketlerin değil kamunun yönetiminde olması ve toplum yararına kullanılması gerekir.
Tayfun İŞBİLEN
EMO İstanbul Şubesi Başkan Yardımcısı
EMO Yapay Zekâ Komisyon Üyesi
(1) Yeni Rönesans benzetmesi ilk kez YZ alanındaki fikir liderlerinden ServiceNow CEO’su Bill McDermott tarafından kullanılmıştır.
(2) Berk Esen – Türkiye’deki Rekabetçi Otoriter Rejim